Türk milleti medeni bir millet, fakat siyasetini düşürdüğümüz derekeyi de müşahede ediyorsunuz. Meselenin “İstanbul Sözleşmesi’nin” muhtevasındaki yanlışlar olduğunu bir seneden fazladır, konuşuyoruz. Marksist Batı medeniyetinin, kadın başta olmak üzere aileyi içine düşürdüğü bataklıklardan nasıl kurtaracağız diye insanlar, iyi niyet ile Türkiye’nin davetine koşup gelmişler. Elbette bizim açımızdan güzel bir şeydi. Hükümetimizin cehaletinden, tembelliğinden, Neoliberal fonlarıma olan bağımlılığından bize kurulmuş tuzağı görememiş olmamız, elbette İstanbul’a fatura edilemez.
Bu tartışmaların hiç yakışık almayan bizce önemli bir ciheti de, cumhurbaşkanımızın imzasıyla durdurulan fecaatin, partisinin “sığ akıllılarınca” ranta veya siyasî propagandaya dönüştürülmesi hadisesi. AKP’nin ırkçı ortağının durumu zaten meydanda. Bu ülkeye ne zaman faydası dokunmuş ki, İstanbul Sözleşmesi’yle dokunsun. Fakat iktidar partisinin İstanbul sözleşmesindeki hatasını, siyasî ranta çevirme teşebbüsü, Türk siyaseti açısından “hacaletaver” bir durumdur. Bu arada muhalefetimizin bazı mensuplarının cehaletleri de dikkatleri çekecek düzeydedir. Neoliberallerin diversty esasıyla, yani “ahlâksızlığı milletimize kabul ettirme” düsturuyla hareket edecek hangi parti milletin karşısına çıkma cesareti gösterebilir ki… İktidar partisinin her dediğine itiraz edelim, mantığının artık Afrika kabilelerinde bile kabul görmediğini, muhalefetimiz de görmeli diyoruz. Burada genelleme yapıp; canü gönülden demokrasiye çalışan muhalefet partilerinin idareci ve sözcülerini tenzih ederiz. İkazımızın, milletin hayatından, ihtiyaçlarından ve inançlarından habersizce sağda solda renkli bayraklarla ortaya çıkanlaradır.
Siyaset aklın ve hürriyetin emrinde olursa, milletimiz için güzel ve faydalı olur. Duygularını tatmine, parti menfaatini millet menfaatinin önünde tutmaya ve cehalete teslim olmuş bir siyasetin ülkemizin yüz karası olduğunu, genç siyasetçilerimiz daha iyi anlayabilirler. İsim ve resimlerde boğulanlar “İstanbul Sözleşmesi’nin” mahiyetini de anlayamamışlar. Türkiye’nin geleneklerinden koparak “Avrupa’dan ithal ettiği” medeni kanunun bu milletin töresine, dini hayatına, tarihi hakikatlerine ve aktüel coğrafyasına aykırı olduğunu bile bile uygulayanların, milletimizi ailesi ve kadınıyla mahkûm ettiği şu kaostan çıkışın yollarını, on yıllardır arıyoruz. Bizim itirazımız, işgalci sermayenin yetmelerinin “hükümetin İstanbul’daki” çözüm projelerini manipüle etmeleri değil miydi? Aileye bağlı olarak kadınımızın statüsünü sağlamlaştıralım, Türk ailesini “dünya için” bir örnek ölçü haline getirelim ve bu çekirdek üzerinden yeniden çınarlara dönüşelim derken, Neoliberal Marksistler birçok naylon sivil-toplum, vakıf ve uluslararası kuruluşlar perdeleri arkasında, konferansı sabote etmişler. Son zamanlarda, bazen çoğulculuk, bazen diversty, bazen ırkçılıkla mücadele ve bazen LGBT hakları tarzında tezahür eden “insan nesline düşmanlıklarını” kaş ile göz arasından sözleşmeye dâhil etmişlermiş. Bunu da itirafçı hükümetin elemanlarından öğreniyoruz. Düne kadar AKP’yi göklere çıkarırlarken, bu gün tam karşısında konuşan birkaç dindar yazarın hakkını da yemeyelim.
Cumhurbaşkanımız “İstanbul Sözleşmesini” geri çekerek, hem Avrupa’daki medeni idarecilerin, hem BM tarafından sıkıştırılan İslâm ülkelerinin ve hem de çıkış bekleyen üçüncü dünya ülkelerinin halklarına güzel bir kapı aralamış oldu. Hatadan dönmenin faziletini, yeni bir yanlışa dönüştürmemek için, başlığımıza “İstanbul Sözleşmesi” dedik. Hükümet temsilcilerinin bahsettikleri Ankara kriterleri veya Ankara mutabakatı gibi sözlerin dünya kamuoyunda ne denli yanlış yankılandığını, hepimiz duyuyoruz. Neoliberallerin “anarşizmi” davet eden ifrat hürriyet anlayışından, Ankara’nın bir kişinin iradesinde son bulan ve istibdadı çağrıştıran “tefrit” anlayışından uzakça, demokratik olarak bu meselenin muhatapları olan devletler, dinler, sivil-toplumlar ve hukukçuların aileyi ve kadını demokrasi ortamında yüceltme ortamında yapılacak çalışmalara, bütün dünyanın destek vereceğini şimdiden görüyoruz.
Hükümetin on sekiz seneden beridir yaptığı “U dönüşlerinin” çetelesi tutulsaydı “rekorlar kitabındaki” yerini alırdı. Kadın ve aile meselesindeki dönüşünün de akamete uğramaması için tavsiyemiz, bu meselenin büyük bir konferans ile “milli mutabakata” sunulmasıdır. Neoliberal sermayenin baskıları, Kamala Haris ekibinin baskıları, Türkiye Kemalist ve masonlarının tahrikleri hükümeti bu meselede epeyce tedirgin etmişe benziyor. Şayet işi yine saray mensuplarıyla yapmaya kalkışırsa, neticenin hayır getirmeyeceğini düşünürüz. Zira bu haliyle, Türk Milletinin ihtiyacına cevap verecek bir kanunu yapacak cesareti ve kuvvetinin olmadığını düşünüyoruz. Şayet bu işi millete götürürse, arkasında belki de bir buçuk milyar insanın desteğini görecek ve hatta İsevi Avrupa’nın da arzusu olan bir mutabakat ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin tek başına global Marksist kapitalistlere itiraz edecek durumunun olmadığını, artık her kes anlamalı, değil mi?