Muhammed Bey: “Hazret-i Ali (ra) 15. Şua’da “vebil-ayeti’l-kübra eminni minel fecet” (Ayetül-Kübra hürmetine beni kurtar) diyor. Bu istiazeyi açar mısınız?”
Kur’ân’da Âyet’ül-Kübra
Âyet’ül-Kübra mefhumu Necm Suresinde Resulullah Efendimiz’in (asm) miraçta Allah’ın en büyük ayetlerini gördüğü haberini veren 18. Ayetinde geçiyor: “Lekad ra’â min Âyât-i Rabbihî’l-Kübrâ” (Hiç şüphesiz O, Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü.)1
Resulullah Efendimiz’in (asm) miraçta gördüğü en büyük ayetler ile ilgili olarak Allah’ın zatını gözüyle ve kalbiyle görmesi, Allah’ın zat ve sıfatlarını baş gözüyle müşahede etmesi, mü’minlerin Allah’ı göreceğine dair müjdeye vakıf olması gibi yorumlar yapılmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Bu seyahat-ı cüz’iyede bir seyr-i umumî ve bir urûc-u küllî var ki; tâ Sidret-ül Münteha’ya, tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne, kulağına tesadüf eden âyât-ı Rabbaniyeyi ve acaib-i san’at-ı İlahiyeyi işitmiş, görmüştür.”2
İnsan, Kâinatın Ayet-i Kübrasıdır
Ayetü’l-Kübra, “en büyük ayet” demektir. Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren her şey bir ayettir, işarettir, burhandır, delildir. Sureleri oluşturan bütüncül cümlelere bu nedenle âyet denmiştir. Ayetler, Allah’tan gelen ve her biri Allah’ın kelam sıfatını bildiren ve Mütekellim ismini gösteren delillerdir.
Zerrelerden kürelere varlıkların her bir zerresi Allah’ın kudretini, azametini, ilmini, iradesini ve sair sıfatlarını gösteren birer ayettir. Bu mana Rum Suresinde nazarlara veriliyor: Mesela, insanın topraktan yaratılması3, sevgi ve rahmet olmak üzere eşinin yaratılması4, semavatın, arzın, dillerin ve renklerin halk edilmesi5… Allah’ın ayetlerindendir.
Üstad hazretleri, kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi olan “insanın”, hakikat-ı Muhammediye (asm) cihetiyle kâinat Kurân’ının çekirdek-i aslîsi ve “ayet-i kübrası” olduğunu zikrediyor.6
İnsanın, kâinatın “ayet-i kübrası” oluşu, kâinattan süzülmüş, kâinat ağacının çekirdeği ve özü olması ve yaratılışı açısından Allah’ın varlığını ve birliğini her şeyden çok göstermesi cihetiyledir.
Eminnî Mine’l-Fecet
1938 yılında Kastamonu’da yazılan Yedinci Şua risalesi, “Âyetü’l-Kübra” adını almış ve kâinattan Hâlık’ını soran bir seyyahın muhteşem tahkikatını konu edinmiştir. Göklerin, yağmurların, bulutların, yıldızların, meleklerin, dağların, hayvanatın, nebatatın ve sair mevcudatın Allah’ın mevcudiyetine ve vahdaniyetine şehadetleri harikulade bir üslupla işlenmiştir. Bediüzzaman’ın, “Şimdiki dehşetli tahribata karşı bir hakikat-ı Kur’âniye ve bir sedd-i a’zamdır”7 dediği bu risaleyi okuyanlar imanları kurtarıyorlar, imanları kâmilse tahkik seviyesine çıkarıyorlar.
Allah’a şehadet eden büyük âyetleri gösteren bu risale, hem kendisi okunarak feyiz ve nur alınmaya, hem kendisiyle Allah’a iltica edilmeye yüksek liyakati bulunduğundan, bin üç yüz sene öncesinden İmam-ı Ali Efendimizin (ra) dikkatini çekmiş ve duası içine almıştır.
Âyetü’l-Kübra’ya bu ad Celcelutiye’de Hazret-i Ali (ra) tarafından verilmiştir. Hazret-i Ali (ra), “Ve bi’l-âyeti’l-kübra eminnî mine’l-fecet” (Âyetü’l-Kübra hürmetine beni musibetlerden koru!) diye dua ederek Âyetü’l-Kübra’yı duasına şefaatçi yapmış, her türlü musibetten Allah’a sığınmıştır.8
Bu risalenin yazılıp basılması nedeniyle Bediüzzaman Hazretleri ve talebeleri yargılanmışlar ve yine bu risalenin kerameti ile beraat almışlardır. İmam-ı Ali (ra) bu risalede “kendi lisanını, büyük tehlikelerde bulunan müellifin hesabına istimal ederek,”9, duasına Üstad Hazretlerini de almıştır ki, Üstad Hazretlerinin Denizli hapsinden beraat alarak kurtulmaları bu duanın kabulünü ve tesirini göstermiştir.10
Dipnotlar:
1- Necm Suresi: 18., 2- Sözler, s. 632., 3- Rum Suresi: 20., 4- Rum Suresi: 21., 5- Rum Suresi: 22., 6- Asa-yı Musa, s. 47., 7- Tarihçe-i Hayat, s. 346., 8- Şuâlar, s. 632, 633., 9- Şuâlar, s. 769; Mektubat, s. 545., 10- Şuâlar, s. 202