"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Gürbüz Dinçer Ağabeyin vefatının hatırlattıkları

Yasir Özer
21 Kasım 2021, Pazar
Son yazdığım yazının mürekkebi kurumadan ikinci bir vefat haberi daha aldım. Gelen mesaj bu sefer Gürbüz Dinçer Ağabey ile ilgiliydi.

Umuma atılan mesajlar dışında, Gürbüz Ağabeyin benim için ne kadar kıymetli olduğunu bildiklerinden olacak, yakın dost ve tanıdıklarım benzer mesajı her yoldan ulaştırdılar. Aynı mesaja defalarca muhatap oldum.

İtikadî duruşunuza göre ismini ister şans, ister tevafuk, ister talih, isterseniz tesadüf koyun, bir insanın başına gelecek en iyi şeyin iyi insana denk gelmek olduğunu düşünmüşümdür hep.

Vefatıyla hüzünlendiğim, iman hizmeti dairesinde buluşmakla şükrettiğim ve hayatıma bir yıldırım aydınlığı gibi girip çıkan kişilerden biriydi Gürbüz Ağabey.

Üniversite okumak için geldiğim ilk yıl tanımıştım kendisini ve Risale-i Nur’u.

Risale-i Nur’u elbette ilk defa duymuyordum, ama çok hoş kanaatlerim de yoktu açıkçası. Dahası itirazlarım vardı. Çünkü Bediüzzaman bizim ‘hoca’ dediklerimize pek benzemiyor, aykırı şeyler söylüyordu. Onun eserlerini okuyanlar, diğer tefsirleri okuyanlar gibi hareket etmiyor ve ellerindeki kitaba çok başkaca bir alâka gösteriyorlardı. Bunların pek tabi itirazı celp etmesi muhtemeldi.

Şeyhi, hocası, lideri olmayan bir hizmet hareketinde bu soruları kime soracaktınız? Tabiki eserleri okuyanlardan birisine. Ben de öyle yaptım. Bulduğum bu ilk muhatabın -Gürbüz Ağabeyin- karşısına bütün bu itiraz ve sorularımla dikildim.

İlk anda sert bir sima ile karşılaşacağımı ve sorularımın keskinliği arttıkça tartışmada sükûnetin kaybolacağını tahmin ediyordum. Zaten pamuk ipliğine bağlı olan dershane hayatım böylelikle başlamadan bitmiş olacaktı. Sorularımın cevaplanmadığı bir yerde, ‘kalmak için kalmayı’ uygun bulmuyordum.

İlk sorumla beraber bu keskin çehrenin ardında sıcacık gülümseyen iki göz karşıladı beni.

Kendimden emin bir şekilde üst perdeden sordum bütün sorularımı. Hafifçe tebessüm etti ve cevaplamaya başladı. Hakikat zannettiklerimin hangi çürük direkler üzerinde durduğunu tek tek gösteriyordu.

Üstadın zehirlenmeleri, hapishane hayatı ile ilgili hadiseleri anlatırken öfkeleniyordu; ama şahsa değil fikre, insana değil cereyana ve bunların iman, İslâm ve hizmete yaşattıklarına...

İçtimaî hayatta sür’atle akan bir sel içerisinde ‘savrulan ben’i verdiği cevaplarla sükûnetli bir limana çekiyordu. Ses ve sözünde huzur hâkimdi.

Zannediyorum hayatımı o sohbetin önce ve sonrası diye ikiye ayırsam mübalâğa etmiş olmam.

Kendisini tanıdıkça fark ettiğim bir hususiyeti vardı. Nazarını dışarı çevirmeden önce kendisine düşeni yapar, mesul olduğu adımı attıktan sonra hariç sebeplerle ilgilenirdi. Çünkü onun dünyasında ancak bütün vazifeyi tastamam yaptıktan sonra başkasından şikâyet etme hakkımız olabilirdi. Bu sebeple cemiyette bir iman buhranı varsa içimizdeki ittihadı çözmeden kimseyi suçlayamazdık. Acaba saflar arasına giren şeytan kadar saflarda boşluk bırakan bizlerin de suçu yok muydu?

Belki de yapılacakların konuşulması gerektiği bir ortamda, mesuliyeti hemen geniş dairelere atanlara sükûtla cevap verme alışkanlığım Gürbüz Ağabeyden geliyordu.

Görüşmelerimizde birçok vesile ile yazmak gerektiğinden bahsediyordu. Yazı yazmayı yeri geldiği için değil kasten söylemişti. Kendisi de bir zamanlar Erzurum’da çıkan “Hareket” Gazetesi’nde bulunmuş ve neticelerini görmüştü. Nüshalarını sorduğumda bilmediğini, ama bir yerlerde olduğunu söyledi hasretle. Bir vesile ile o nüshaların bulabildiğimiz kısımlarını toparlayıp Gürbüz Ağabey’e hediye ettik. Eline aldığında duygulandı. Çünkü yerin demir, göğün bakır olduğu, maneviyat çatısının Müslümanların tepesine çöktüğü bir zamanda, enkazın bir yerindeki kıvılcımdı “Hareket” Gazetesi.

Daha ilk manşetle birlikte geçmişe gitti. Mustafa Nezihi Polat’ın, gençlik hissiyatıyla sokaklarda megafonla Risale-i Nur okumalarının, baskınların ...vb. zihninden film şeridi gibi geçtiğini görüyor o aklından geçirirken ben simasından seyrediyordum.

Hatırladıkça doldu ve taştı. Bu ağırlığı atmak için bir kısmını bizimle paylaştı.

Birçok hatıralardan bahsetti. Her hatırasının teması fedakârlıktı.

İnsan haddizatında birkaç kitaptan oluşan bir eserin okunması ve okutulması için böyle bir fedakârlığı neden gösterirdi? 

Kendisi vesilesi ile bir derece tanıdığım Risale-i Nurlar bu çapta bir fedakârlığı hakikaten gerektirir miydi?

Risale-i Nurlar’ı okudukça insanlığın varoluşsal sorularına verdiği cevaplar, değişen hayat şartlarına rağmen dinamizmini ve canlılığını kaybetmeyen üslûbu, meseleleri kapı komşunuzdan duyacağınız basitlikte ele almaması, zihnimizde dönüp durduğu halde ifade etmeye çekindiğimiz soruların cesaretle sorulması ve aynı kararlılıkla cevaplanması ..vb. gibi zor sahalarda yani “şimşek pırıltıları ile aydınlanan bu karanlık bölgelerde” Bediüzzaman Hazretleri “büyük bir güvenle dolaşıyordu.”

Üstelik Gürbüz Ağabeyde şahit olduğum bu fedakârlık ne ona ne de diğer talebelere mahsustu. Bizzat müellifin kendisi fildişi kulesinde oturup, yüksekten insanlara vaaz etmiyor, hakikatleri duyurmak için insan takatinin çok üstünde bir zulme maruz kalıyordu. Bu şartlar içerisinde elimizde duruyordu yaldızlı kitaplar...

Evi ile kaldığımız Yakamoz dershanesi arasında işlek bir anayol vardı. Her sabah namazına erkenden, önce camiye gider. Sonra dershanemize gelir ve tesbihatı bizimle yapardı. Paragrafın bir çırpıda yazılıvermesine aldırmayın. Hastalık ve yaşından dolayı 2 adımlık yol onun için binbir zahmet demekti.

Bir Pazar, üniversite dersinin olduğu gün dershane tamiratıyla uğraştığımız için derse katılamadık. O yaşına ve rahatsızlığına rağmen ders biter bitmez bir ağabeyden rica edip hususî bir arabayla yanımıza geldi, önce duâ etti. Sıra ziyaretin asıl sebebi olan cümleyi kurmaya geldiğinde, usûlca ela gözlerini bize çevirip yavaşça şunu söyledi: “Kardeşim, bu boyalar kanepeler, tamirat ve tadilatlar ancak siz derse katıldığınız müddetçe bir anlamı var, aksi takdirde olsa ne olur olmasa ne olur...”

İl düzeyinde tertiplediğimiz Risale-i Nur programları yaklaştıkça gece boyu afiş asar, broşür dağıtır, dershane ile meşgul olur gündüz okula gider epey yorulurduk. Ama akşam dershanede Gürbüz Ağabeyin duâsı bütün yorgunluğumuzu alıyordu.

İnna a’tayna Risalesi’ni merak edip sorduğumda “Ben sana kendi elimle yazıp vereceğim.” dedi. Ancak ilerlemiş yaşı ve titreyen elleri Osmanlıca yazmasına müsaade etmemiş, fotokopisini çektirmiş, mahcup bir ifade ile “Yazamadım kardeşim, hakkını helâl et” deyip bana uzatıyordu.

Bulunduğu yerde diğer hizmet grupları ile bir kesişim noktası olmuştu ve kendisine hürmet ediyorlardı. Hatta dershanelerinden ayrılmak isteyenler olduğunda ‘onlar da bizdendir’ diyerek bize yönlendiriliyorlardı. Erzurum’un ilk kitap fuarında Nur Cemaatleri’nden birisinde hizmet ettiğini tahmin ettiğim birisi önce yanındakilere bizi işaret edip “bunlar bizim ağabeylerimiz” diyerek bizi tanıtıp sonra “Bir dershane açtık” deyip bizden duâ istiyordu. Bu ittihad atmosferinden son derece istifade ediyorduk.

Şimdi ise aradan geçen 6-7 senelik süreçte o zamanlar zihnimde dönüp duran sorulara “o bilmese de” cevap olan cümlelerini, yaşadıklarımızı, sevinmesini, sükûtunu hatırlıyor ve hafızamın hizmetle alâkalı bölümünün en kıymetli yerinde muhafaza ediyorum.

Cenabı-Hak rahmet eylesin.

Okunma Sayısı: 2090
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Hıdır YILDIIRIM

    21.11.2021 23:23:58

    1973 yılında İzmit risale-i nur medresesinde Gürbüz Dinçer ağabeyle tanıştık. Güler yüzlü, halim selim, müşfik, kolay kolay kızmayan hayatını davasına adayan ve hep hizmetle meşgül olan bir nur talabesiydi. Üzerimde çok hukuku vardır. Allah gani gani rahmet eylesin. Kabri pür nur olsun.Yakınlarına sabr-ı cemil versin.

  • İsmail ÖNGEL

    21.11.2021 21:38:48

    Allah (cc) rahmet eylesin. Mekânı Cennet, makamı âlî olsun. Mevlâ ailesine ve sevenlerine sabr-ı cemil ihsan eylesin.''

  • Şerafettin Birol

    21.11.2021 17:02:51

    Kalemine ve gönlüne sağlık aziz kardeşim. Yine güzel bir taziye yazısı olmuş. Cenab-ı Hak Gürbüz ağabeye de rahmet eyleyip mekanın cennet kılsın. Onlar gibi fedakar gençleri bu hizmette istihdam etsin. Sizin gibi gençlerle o Fedakarların boşluğunu doldursun amin.

  • Sema Nur Gül

    21.11.2021 14:17:54

    Rabbim rahmetiyle muamele etsin inşaallah evladıyla Cennetinde buluştursun..Ne mutlu o hizmet erine.. Peygamberine, Üstadına kavuştu.. Arkasında ona dua edecek hayırla yad edecek kardeşler bıraktı..

  • Murat

    21.11.2021 12:05:08

    Yasir kardeşim Allah razı olsun ellerine sağlık çok güzel bir yazı olmuş. Hayalimizde o anları yaşayarak duyguyla okuduk. Allah rahmet eylesin mekanı Cennet olsun.

  • Neslinur

    21.11.2021 11:33:34

    Yasir kardeşim, ne mutlu Gürbüz ağabeye; vefatından sonra hayır dualarla anılması, medresede kalmanıza, risale i nurları tanımanıza vesile olması.. Rabbim gani gani rahmetler eylesin. Makamı âli, mekanı cennet olsun amin.

  • Mehmet FIRAT

    21.11.2021 09:40:18

    Fedakar, çalışkan, güler yüzlü Ömer2inden dolayı içinde hüznünü taşıyan unutmayacağım Gürbüz Ağabeyim; seni anlatan çok kişi olur ve hepsi de güzelliğini anlatır. Senden kötü bahsedebilen çıkmaz. Onu şahsi bir mesele için kızdığını gören olduğunu sanmıyorum.Son yıllarda yaşadığınız hastalığınız da inşaallah makamınızın artışına vesile olmuştur. Mekanın Cennet, kabrin pür nur olsun.

  • Nihat

    21.11.2021 07:14:57

    Allah rahmet eylesin

  • Ekrem Başcı

    21.11.2021 06:03:10

    Maşaallah. Allah, merhum Gürbüz ağabeyimize rahmet eylesin.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı