Bu seride bugün M. Kemal’in inkılapçılık ideolojisine taraftar olan Kemalist laik cumhuriyetçileri teşhis ve tarif edeceğiz.
Ama öncelikle bu konuda arasatta (arafta) kalanları ayırıp saf dışı edelim.
Öncelikle, sevmek de nefret etmek de tanımakla ve bilmekle olur. Kimi neden sevdiğini bilmeden birilerini seven ya da sebebini bilmeden birilerinden nefret eden “doldurulmuş cahiller” bahsimizden hariçtir.
Son dönemde bilhassa AKP’nin dini siyasetine alet etmesinden haz etmeyen muhafazakarların ve dindarların M. Kemal sevgisi gerçek bir sevgi değil, çoğunlukla göstermelik. Bir kısmı da AKP dindarlığı(!)na karşı ve tepkisel bir duruş.
Aslında münasebetsiz yerlerine K. Atatürk dövmesi yaptırıp inadına sergileyen ve savcıları da çaresiz bırakan açık saçık zavallıların da durumu çok farklı değil.
Yine son dönemde AKP’lilerin M. Kemal’e karşı artan samimiyetsiz sevgi gösterileri de çeşitli dış sebeplerden kaynaklanıyor ve fikrî temelden mahrum. Tek parti dönemi uygulamalarını bilen gerçek AKP’liler de bunları zaten bir sapkınlık olarak görüyor.
Milliyetçilerin de bu konuda kafası karışık. Mesela Gazi Üniversitesi ve Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi gibi üniversitelerde, her nasılsa, kuytuda “devletten torpilli oda” ya da kantinde “baş köşede masa” sahibi olan türlü çeşitli bozkurtların bazılarının arka süslemesinde M. Kemal fotoğrafı var, bazılarında yok.
M. Kemal’e gerçekten hayran olan ve dindar ya da demokratik cumhuriyete değil de laik cumhuriyete taraftar olanlara gelince…
Bunlar da herkes gibi, yaşlandıkça dindarlaşıyorlar ama gençliklerinde hem kendilerini laik yani seküler olarak vasıflandırıyorlar ve hem de devletin laik olması gerektiğine inanıyorlar.
Ama kast ettikleri şey “demokratik laiklik” değil, “jakoben laiklik”. Yani devletin dinle ilişkilerini demokrasi çerçevesinde yürütmesini ve devletin demokrasinin gerektirdiği şekilde ve anlamda dindarlaşmasını hazmedemiyorlar.
Devletin dinden uzak ve hatta din düşmanı kalabilmesi için gerekirse demokrasiden taviz verilmesini mümkün, faydalı ve hatta gerekli görüyorlar.
Bunu anlamak için “TBMM bir kanun çıkarıp cuma gününü tatil ilan edebilir mi?” sorusuna muhatap edilmeleri yeterli. Hepsi “hayır, asla” diyecektir. Hem de ramazan ve kurban bayramlarının öteden beri resmî tatil olduğunu bile bile!
Bu laik cumhuriyetçiler saltanatı dinin muhafızı sanıyorlar ve cumhuriyetin saltanatın zıddı olmasını yeterli görüyorlar. 1923 sonrasında devleti ele geçirmiş olan elitlerin toplumu zorla dönüştürmüş olmasından memnunlar. Bu sırada demokrasinin öldürülmüş ve muhalefetin bitirilmiş olması onlar için çok da sıkıntı değil. Hatta M. Kemal’in, kökü kendisiyle başlayan bir tür saltanat kurmuş olmasını da yadırgamıyorlar.
O halde onlar için önemli olan cumhuriyetin gerçek değerleri değil, adı cumhuriyet olan devletin devrimciliği ya da inkılapçılığı. Bu sebeple, mânâvî (anlam açısından) içerikten mahrum Cumhuriyet Bayramı gibi seremoniler en çok da onların işine geliyor.
Halbuki inkılapçılığın demokratlıkla uyuşmayacağını ve hatta taban tabana zıt olduğunu anlamamız için 1925 ile 1945 arasında yaşanan ve adı cumhuriyet olan dönemde devletin uygulamalarına bakmak yeterli. Bu inkılapların, mesela 1972’ye kadar ortaokul öğrencilerine “siperlikli şapka mecburiyeti” anlamına geldiğini bilmek sanırız ufuk açıcı olur.
Dolayısıyla bu gruptaki laik cumhuriyetçiler gerçekte demokrat olmadıkları için demokratik cumhuriyetçi de değiller. Ama sıra söze geldiğinde başkalarını ve bilhassa topyekün dindarları cumhuriyet düşmanı ilan etmek hususunda mangalda kül bırakmıyorlar. Oysa dindarlar bu konuda yekvücut değil.
Yarın demokrat ve dindar cumhuriyetçilerle konuyu bağlayalım.