Bir çocuk varmış.
Doksan yaşına kadar yaşayan büyük dedesi savaş gazisiymiş. Topçu askeriymiş ve kulakları neredeyse sağır olarak dönmüş.
Torunlarına ve diğer çocuklara kol kemiğinde saplanmış halde duran kurşun parçasını gösterirmiş. Savaş hatıralarını anlatırmış. Düşmanları nasıl imha ettiklerinden bahsedermiş.
O çocuk şanslıymış!
Pehlivan dayısı da savaş gazisiymiş. Kıbrıs Barış Harekâtına iştirak etmiş. Şoförmüş, ama operasyonlara da katılmış.
Dönüşünde savaş hatıralarından bahsedermiş.
Bir köyü ele geçirmek için yaptıkları bir operasyonda bir evin arkasındaki küçük kümeste saklanan bir adam bulmuşlar. Adam ellerini kaldırıp teslim olmuş, ama düşmanmış. Gerçi “ben barbar, ben barbar” diyormuş ve galiba berbermiş, ama neticede düşmanmış. Silâhsızmış, ama gereğini ifa etmişler.
Çocuk biraz büyümüş.
Bir gün, dedesinden gururla dinlediği savaş hatıralarında geçen ve düşmanların bulunduğu yabancı ülke şehri olarak hatıralarında yer eden Dersim adındaki şehrin aslında pek de yabancı (!) olmayan bir yer olduğunu, şimdiki adının Tunceli olduğunu öğrenmiş.
Çocuk biraz okuyup soruşturduğunda Topçu olan dedesinin sivil halka da bomba atmış olabileceğini anlamış.
Dersim Hadisesi denilen mesele hususunda büyükleri tarafından kandırıldığını hissetmiş. “Neden kandırıldık? Nasıl kandırıldık?” diye sorgulamaya başlamış.
Gururlanarak hatırladığı dedesinin hatıralarından artık utanır, üzülür olmuş.
“Gazi dede”sini gördüğünde gıptayla değil, merhametle bakmaya başlamış.
Hayatı boyunca Dersim’lileri gördüğünde içinden hep “acaba benim dedem onun dedesini..?” sorusu geçmiş, utanmış, sıkılmış.
Çocuk biraz daha büyümüş.
“Barbar” kelimesinin Rumcada “berber” anlamına gelmediğini “yabancı, misafir” gibi anlamlara geldiğini öğrenince Kıbrıs Gazası hususunda zaten hayli çatlak olan hayalleri neredeyse yıkılmış.
Kıbrıs’ta savaşan dayısının timine, sivil bir Rum’u infaz ettiren ruh halini anlamakta zaten zorlanıyormuş ya.
Şimdi bir de o Rum’un aslında Rum bile olmadığı halde ve askerlerimize bunu anlatmaya çalışırken kimvurduya gitmesine sebep olan şeyin ne olduğunu anlamaya çalışmış. Ama başaramamış.
Çocuk büyüdükçe...
İki dünya savaşının kanını temizlemeye çalışan bir barış projesi olarak daha yakından tanıdığı AB’ye üyelik işini önemsemeye başlamış.
Ve kendi Dersim’inden hakkıyla özür dileyemeyen ve “resmî ideoloji”siyle yüzleşemeyen bir devletin AB’ye giremeyeceğini öğrenmiş.
Uluslar arası bir krize dönüşen Kıbrıs meselesinin Türkiye’nin AB’ye giriş önünde yıllarca bir takoz olarak kullanılmasının biçimini, sebebini ve faillerini hep düşünmüş. Sonuçları hakkında da hep üzülmüş.
Halen de düşünüyormuş…