İftar sofraları fikren de çok bereketli oluyor.
Hele Yeni Asya’da köşe yazdığınızı söyleseniz anında ilginç değerlendirmeler ardarda gelmeye başlıyor.
Geçen gün de böyle oldu.
Masada seçim tahminleri konuşuluyordu.
Bir masa arkadaşımız “Erdoğan demişti: İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” dedi.
Diğer biri -ki AKP’de siyaset yapanlara hayli yakın bir bürokrat- bunu duyunca şunu söyledi:
“AKP’ye İstanbul’u kaybettiren Türkiye’yi de kaybettirecek!”
Biz tam anlayamadık ve sorduk:
“Kaybettiren derken neyi kastediyorsunuz? Bir ya da birkaç kişiyi mi yoksa bazı olayları ya da durumları mı?”
Muhatabımız cevap vermedi, sadece gülümsedi.
Ama bir diğeri tamamladı: “Elbette ikisi de. Ama en çok birincisi.”
Teşkilatlardaki metal yorgunluğunu telafi ve tedavi edebilmek için AKP’nin bulduğu yöntemlerin her zaman işe yaramayacağını son mahalli seçimlerde İstanbul’da yaşadıkları acı tecrübe üzerinden anlamış oldular.
“Tecrübeli” denilen siyasetçiler dahi bazen kendi ayaklarına kurşun sıkarcasına konuşabiliyorlar.
Erdoğan’ın “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” sözü de böyle bir söz.
Rakiplerine kolaylıkla “İstanbul’u kaybettin, sen de söylemiştin, sıra Türkiye’de, Türkiye’yi de kaybedeceksin, buna mahkumsun, buna hazır mısın?” dedirtiyor.
Daha da önemlisi İstanbul’u kaybettirenin kim ya da ne olduğunu bilmemesi mümkün olmayan bir siyasetçiye şunu da hatırlatıyor:
“Bana İstanbul’u kaybettiren kişiler ya da şeyler, değiştiremediğim takdirde yakında bana bu sefer Türkiye’yi de kaybettirecek.”
Erdoğan’a 1994’te İstanbul’u kazandıran “Erbakan tarzı markaj siyaseti”nin getirdiği rüzgar idi. Erbakan’a bayrak açması da, AKP’yi kurması da, aynı rüzgarın şişirdiği yeni yelkenlerle oldu. Sonraki yıllarda İstanbul’u elbette belli ölçüde hizmetlerle elde tuttu. Ama son seçim öncesi kendisine göbekten bağlı yerel siyasete yoğun müdahalesi ve bilhassa mevcut başkanları süresini doldurmadan istifaya zorlaması “tek adam” olmak istediği algısını pekiştirdi ve milleti bıktırdı, kendisinden soğuttu.
O zamandan bu yana aynı hataları Türkiye çapında yapıyor. Bakanları ve hatta Merkez Bankası Başkanlarını “kafasına göre” değiştirip duruyor.
Yani aslında İstanbul’u kaybettiren kendisi. Tek adamlığı ve tek adamcılığı.
Tabiri caizse vatandaşa kozu ya da pası kendisi veriyor. Vatandaşa da topu kaleye göndermek kalıyor.