Beş vakit namazlarımızın her rekâtında okuduğumuz ve Kur’an’ın birinci suresi olan Fatiha Suresi’nde geçen, “İhdina” yani “Bize hidayet ver” duasını namaz vasıtasıyla günde kırk defa okuruz.
Hidayet, Cenab-ı Hakk’ın “Hâdî” ism-i celilinin tecellisi ile gerçekleşir.
Peygamberimiz (asm)’ın namazlarında iki secde arasında: “Ey Allah’ım beni bağışla! Bana merhamet eyle! Bana zenginlik ver! Bana hidayet yolunu göster ve bana rızık ver.” (Tirmizi, Salât 211-284) duası, hidayetin önemini gösterir.
Bediüzzaman Hazretleri de, şöyle hatırlatır: “Velilerin himmetleri, imdatları, manevi fiilleri ile feyiz vermeleri hâlî veya fiilî bir duadır. Hâdî, Muğîs, Muin ancak Allah’tır.” (Mesnevi-i Nuriye, s. 378).
“Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğini hidayet verir. Doğru yolda olanları en iyi bilen de O’dur.” (Kasas Suresi, 56) ayetiyle Cenab-ı Hakk, hidayeti verenin kendisine ait olduğunu bildirir.
Hidayet için; dualarımızda Rabbimizin “Hâdî” ismini vasıta kılarak niyazda bulunulmalıdır. Bunlarla ilgili birçok hadise vardır. Başta kendim olmak üzere birçok kişinin İslama teslim olması güzel hadiselerdir.
Bunlardan birinci misal, Allah rahmet etsin benim bacanağımdır. İnşaatta çalışırken düşer ve omuriliği zedelenir, yıllarca felçli olarak yatağa mahkum olur. Her zaman yanına gittiğimizde kendisine Hastalar Risalesi’nin bazı bölümlerini okurdum, o da dinlerdi.
Dünyadan alakasının kesildiği, sekerat anlarında, eşi onun şöyle sayıkladığını anlatır: “En zor soruları bana sordular, ama ben bacanağın verdiği kitaplardan hepsine cevap verdim ve sınıfı geçtim.”
İkincisi; Rahmetli Necati ağabeyin anlattığıdır. Aydın’ın bir köyüne zamanında Yunanistan’dan göçmüş olan Talip amca... Yıllar sonra doğup büyüdüğü toprakları ziyaret etmek ister ve Yunanistan’a gider.
Oradaki eski Rum komşularının yanlarına gider. Yemek, sohbet derken Rum komşusu elinde ibrikle gelir ve “Namaz vaktiniz gelmiş ise, abdest alın ve namazınızı kılın” diyerek, odanın birine seccade gibi bir örtü serer; kıbleyi tarif ederek odadan çıkar.
O yaşına kadar namazını kılmayan Talip amcayı bu olay çok etkiler, mahçup olur. Bilir bilmez abdestini alır ve namazını kılar ve ölünceye kadar da namazını hiç bırakmaz.
Üçüncüsü de; Nazilli’den Nur’un hadimi olan Yahya ağabey anlatıyor: “Yeni Asya takvimlerini müşterilerine dağıtmaktaydım. Bir müşterim, çantalarının biraz durması için dükkânıma bıraktı. Ben de çantasına bir takvim koyayım dedim. Bir de baktım ki çantada içki şişeleri var. Aylar sonra dükkanıma alışveriş için geldiğinde Ramazan idi, “Çay söyleyeyim.” dedim, cevaben dedi ki: “Ne çayı Yahya ağabey, çantama koyduğun takvimdeki yazıları okuduğumdan beri namaza ve oruca başladım, Allah senden razı olsun.”
Bize düşen; sadece Allah’ın rızasını esas maksat yapıp tebliğde bulunmaktır.