Geride bıraktığımız 31 Mart 2019 mahallî idareler seçimlerinde en çok konuşulan ve tartışılan meselelerden biri de ‘beka meselesi’ydi.
Türkiye’yi idare edenlere göre bu seçimlerde beka meselesi oylanacaktı. İktidara oy vermeyenlerin en hafif tabirle ‘art niyetli’ ilân edilmesi böyle açıklanmıştı. Yazar Yusuf Kaplan, Türkiye’nin beka meselesine farklı bir yorum getirmiş.
Asıl meselenin eğitim olduğuna dikkat çeken Yusuf Kaplan’ın beka tartışmasına bakışı şöyle: “Beka meselesi, kısa, orta, uzun vadeli, içeri ile, dışarı ile irtibatlı boyutları olan, çok karmaşık bir mesele. Bunu seçimler üzerinden parti politikalarına malzeme yapamayız. (...) Bakın şimdi Tel Aviv Üniversitesi’nden profesör bir kadın “Osmanlı’da Bilim” diye bir kitap çıkardı. Böyle bir çalışmayı Türkiye’den kimse yapamaz. Bütün ezberleri bozan bir kitap. Kitabın dörtte biri kaynakça. Nasıl oluyor da bir Yahudi böyle bir şey yapabilir? Bize, ‘artık gerçek ne ise söylemenin zamanı, ama gerçekleri de bizden öğreneceksiniz. Biz sizin hocalarınızız’ diyor. Tel Aviv’in, İsraillilerin, Yahudilerin söylediği şey bu. ‘Bizden öğreneceksiniz’ diyor. Kaynaklarının önemli bir kısmı İbranice. İbranice öğreneceksiniz diyor. Osmanlı’yı, kendini öğrenmek istiyorsan gidip İbranice öğreneceksin diyor. Beka sorunu bu işte. Kendini tanımıyorsun sen. Kendi çocuklarını tanımıyorsun. (...)
Gelinen noktada İslâmî kesimlerde de bu zihnî sömürgecilik sürüyor. Oraya da sirayet etmiş durumda.
İslâmî kesimlerde müthiş bir sekülerleşme, Batılı hayat tarzı hikâyesi var. Konforizm, rantçılık almış başını gidiyor, duyarsızlaşıyor, bacak kadar bebelerin kibrinden geçilmiyor. Bu ne ya? Beka meselesi bu. Senin
İslâm’ı adam gibi temsil etmen lâzım. (...) AK Partinin en büyük rakibi AKP’dir. AKP ne demek? Rant, kibir, duyarsızlaşma. Mücahit olarak yola çıkan insanların zamanla müteahhite dönüşmesi sonunda da ‘her şeye müsait’e dönüşmesi.” (Konuşan: Büşra Kılıç, Diriliş Postası, 14 Nisan 2019)
Bu anlamda bir tesbit de geçen yıllarda Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’ndan gelmişti. “Genç İlahiyat-İslâm Medeniyeti ve Bilim” konulu bir programda konuşan Fazlıoğlu, “İbn-i Sina’nın ‘El-Kanun Fi’t-Tıbb’ eserinin yayınlanışının bininci yılıydı. İbn-i Sina ilk defa 1013 bu kitabın ilk fasikülünü yayınlamıştı. Biz de Medeniyet Üniversitesi olarak bir panel yaptık. İbn-i Sina’nın felsefi tarafını konuşacak adam var. Tıbbını konuşacak bir tane adam aradık Türkiye’de. Bir tane bulamadık. Dedim ki yurt dışından getirelim. Sadece Tel Aviv’de bir üniversitede 4 tane (İbni Sina uzmanı) profesör vardı. Dünyadaki İbni Sina çalışan uzmanlarının yüzde 95’i yahudi. Helâl olsun. Niye? Çünkü (İbni Sina’nın eseri) İbranice’ye 110 kez tercüme edilmiş. Türkçede var mı? Hayır. [Sonradan tercüme edildi.] E, ne konuşuyorsun o zaman? O zaman çağıracaksın, uzmanları dinleyeceksin. Mahkûmsun. Bilen yönetir kardeşim.” (www.youtube.com/watch? v=ffzEEo-4uCA, 21 Aralık 2017)
Mücahit olarak yola çıkan insanların zamanla müteahhite dönüşmüş olması inkâr edilmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Aynı zamanda ‘konuşmaktan iş yapmaya’ vakit kalmadığı da kabul gören bir tesbit. Ecdadımızla övünürüz, ama bin sene önce yazılan eserlerini okumayız, okuyamayız. Bu anlayışla, bu eğitim sistemiyle, bu üniversitelerle arzu edilen seviyeye ulaşmak hayal değil mi?
Türkiye’nin asıl meselesi eğitimdir, eğitimdir, eğitimdir. Bu temel meselelere çare ve çözüm bulamayanların ‘beka meselesi’ iddiası da sağlam inandırıcı değildir.
Beka meselesi denildiğinde akla silâh ve para geliyorsa yanlış yoldayız demektir. Türkiye’nin ve dünyanın gerçeklerini görelim ve kendimizi kandırmayalım, vesselâm.