Avrupa ülkeleri kendi içinde ağır bedeller ödeyerek bir netice vardı ve kavganın değil sulhun geçer akçe olduğunu gördü ve gösterdi.
Başlangıçta ekonomik birlik kurmak için yola çıkan bu ülkeler, neticede belli ölçülerde siyasî birliği de içine alan “Avrupa Birliği”ni kurabildi.
Eleştiriler alsa da kurulan bu birlik, Avrupa ülkelerine fayda sağladı. Hem ekonomik hem de siyasî bakımdan birlikte hareket etmenin neticesini aldılar ve bu birliğe yeni ülkeleri de kattılar. Şu anda da AB’ye girmek için gayret eden ülkeler vardır.
Türkiye de birliğe katılmak için ‘aday ülke’ oldu, ama gelişmeler tahmin edilenden farklı oldu. Bir yere gelindi ve görüşmeler tıkandı. Elbette Avrupa Birliği yöneticilerinin de işi ‘yokuşa sürme’ gayretleri vardır, ama esasta Türkiye’yi idare edenlerin ihmallerini görmek lazım. Sadece son 20 yıl düşünülse bile idarecilerin kanaatleri bir bakıma ‘hava durumu’ gibi değişti. Bir konuşmalarında “AB’ye girdik, giriyoruz” derken; bir başka konuşmalarında “AB’den bize ne? Çok da meraklı değiliz. Zaten üye yapmaya niyetleri yok. Bizi oyalıyorlar” dediler. İyi de bu tartışmalardan kim fayda sağladı? Türkiye’nin AB üyesi olmaması millete iyilik olarak ne sundu?
Bu meseleler tartışıldığında her defasında, “AB’ye üye olmanın Türkiye’ye vereceği muhtemel zararlar”dan bahis açılır. Türkiye’nin AB’ye üye olmasının elbette bazı ‘zararları’ da olabilir, ama faydasını da düşünmek gerekmez mi? Üyelik ihtimali teraziye konulduğunda “faydası mı çok, yoksa zararı mı?” diye bakmak icap etmez mi? İdareciler de dahil olmak üzere büyük çoğunluk, “Üyeliğin faydasının daha çok olduğunu” yüzlerce defa ilân etmediler mi? O halde bu yolda adım atmamak, üyelik yollarını tıkamak kendi kuyusun kazmak anlamına gelmez mi? Böyle değil de “AB’ye üyelik tümden zararlı” ise şu anki idareciler niçin “AB’ye üye olacağız” diyerek millete söz verdi, AB üyeliğinin getireceği faydalardan bahsettiler?
Tabiî ki Avrupa Birliği meselesi üye ülkeler nezdinde de sürekli tartışılıyor. Mesela, İspanya’nın başşehri Madrid’de yapılan ve 300’den fazla temsilcinin katıldığı, dinler ve kültürler arası diyalog buluşmasında da bu konular tartışılmış. “Sınırı olmayan barış” temalı 33. Uluslararası Buluşma kapsamında konuşan İspanya Dışişleri Bakanı Josep Borrell, yeni bir soğuk savaş dönemine girmeden önce AB’nin üzerine düşen rolü oynaması gerektiğini belirtmiş ve “AB, istikrarsızlığa karşı en iyi karşı ağırlıktır” demiş.
Avrupa Birliği’nin bir gereklilik olduğunu ve bunun şüphe götüremeyeceğini dile getiren Borrell, “AB, Newton’un yer çekimi yasası gibidir. Herhangi biri bunun çalışıp çalışmadığını kontrol edebilir. Var olduğunu bilmek için sadece kendini pencereden atmak yeterlidir” diye konuşmuş. (AA, 16 Eylül 2019) Aynı toplantı düzenlenen başka bir panelde konuşan BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Dış İlişkiler Sorumlusu Şafak Pavey de “Barış, güvenlik ve insan haklarına daha fazla yatırım yapmalıyız” çağrısında bulunmuş.
AB’nin geniş anlamda istikrarsızlığa karşı bir denge unsuru olduğunu gelişmeler tasdik etmiş durumda. Türkiye bu ‘denge’den istifade etmeli. Menfaati çok olan bir iş, ‘bir miktar zarar’ ihtimali var diye terk edilir mi?