Geçtiğimiz günlerde hafta sonu mini bir okuma programı yapmak için Kayseri’den Sivas’a Güney Ekspresi ile bir yolculuk gerçekleştirdik. O yolculukta, o raylardan fısıldayan bazı düşünceler…
Derinleşen geceye uzanıp durmadan giden raylarda ilerliyoruz. Kardan bir çarşaf ile örtülmüş tarlalar aydınlık kılıyor yolumuzu. Ara ara uzaklardan parıldayan sarı, turuncu şehir ışıkları yıldızımız oluyor.
Bir hızlanıyor, bir sarsılıyor, bir duruyor, sonra yavaş yavaş ihtiyatlı bir şekilde tekrar kaymaya başlıyoruz ray kızaklarından. Hayat gibi...
İçerideki terleten sıcaklık pencereden izlemekle yetindiğim kara sarılıp ferahlama isteği uyandırıyor içimde. Ama saflık işte. Bir çıkınca parmak uçlarımdan girip vücuduma yayılacak sonra da burnumu kızartıp akıtacak bir soğuk var aslında. Bilemiyor ya da bilmek istemiyor benliğim. Sadece ferahlık bulacağı düşüncesi, umudu ile çenesini zangır zangır titretecek soğuğu güzel görmek istiyor. Gözden algılanan görüntüler hayal perdesine uzanınca hep yerinde ve haklı hissiyatları uyandıramıyor demek.
Bazen ufuk kaybolup gidiyor karanlığa karışarak. Ama elbet Nur çıkıyor bir yerden. Mutlak karanlık olmadığını gölgelere bürünmüş kar dalgaları gösteriyor bizlere eşlik ederek.
Bilemiyoruz son durağa var mı, varsa ne zaman ve nerede bu yolculuğun. Mutluluk, hüzün, heyecan, karamsarlık, umut... Histen hisse, halden hâle uzanıp kayıyoruz raylarımızda. Kimi zaman gıcırdıyor, kimi zaman sarsılıyor, kimi zaman da ilerlemekte olduğumuzu bile unutuyoruz. Değişmeyen tek şey rayından sapmadan ebede uzanan yolculuğumuza devam edişimiz. Ne duraklardan geçtik, ne manzaralar gördük, ama daha hedefe ulaşamadık.
Demek daha yaşayacak, hissedecek, geçirecek ömrümüz kalmış. Hedefimizi bulmak, bilmek için kayan raylarda ilerleyen hayatta bazı şeylerin elimizden kayıp gitmesine mani olabilmek gerekiyormuş. Yolumuzu aydınlatan Nuru bulduğumuz anda bâtın ve zahirde neler olup bittiğini, nereden gelip nereye gittiğimizi fark etmek lâzımmış.