Tek parti döneminin akıl-mantıkla hiç bağdaşmayan bazı icraatları var. Şu akıl dışılık, esasen “tek parti” anlayışının tabiatında gizli. Bu hüküm her zaman için geçerli. Dün, bugün, yarın fark etmez. İşte düne dair bir misâl:
Yüzde yüz yabancı ve ithal malı olan İtalyan Ceza Kànunları, 1 Temmuz 1926 tarihi itibariyle Millet Meclisi’nde kabul edilerek Türkiye’de de tatbik sahasına konuldu.
Dönemin Adliye Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’tun sevk ve idaresi altında yapılan araştırmalar neticesinde, Avrupa’da uygulanmakta olan ceza kànunları arasında “en sert” versiyorun İtalya’da olduğu tesbit edildi. Bu en sert cezâ kànunu, “Devrimlerin daha hızlı uygulanabilmesi ve bunların halka daha kolay şekilde (!) kabul ettirilebilmesi” gerekçesiyle araştırılıyordu. Aranan sertlikteki o kànun paketi nihayet bulundu ve derhal ithal edilmesi kararına varıldı.
Bilindiği gibi, bu tarihten bir süre önce de İsviçre Medenî Kànunları ithal edilmiş ve Meclis’te topluca oylanarak aynen kabul edilmişti.
Gariptir ki, üzerinde hiçbir değişiklik yapılmadan kabul edilen bu her iki ecnebî kànununa da—aynen diğerlerinde olduğu gibi—Türk kànunları ismi verildi.
İçinde (Müslüman) Türk’ten ve Türklükten zerre miktar unsur, iktibas, hatta esinti dahi bulunman bu kànunlara “Türk Medenî Kànunu” veya “Türk Ceza Kànunu” diye isimler takılıldı. Bunun sebebi ise, tamamiyle kandırmaya, yanıltmaya, aldatmaya yönelik bir kamuflajın kullanılmasına o zamanda duyulan ihtiyaçtır.
*
Peki, kimdir şu ecnebi kanunları aynen ithal eden bakan?
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, ismi Mahmut Esat Bozkurt’tur. Kısaca tanıyalım.
Kendisi 1892 Kuşadası doğumludur. Meclis’in ilk kuruluşundan (1920) tâ öldüğü tarihe (21 Aralık 1943) kadar hep milletvekili olarak kalmış. Aynı şekilde, 1922’den itibaren çeşitli bakanlıklarda bulunmuş, 1925’in başında itibaren de Adâlet Bakanı yapılmış. İşte, özellikle “hukuk reformu”nu yapmaya da bu dönemde başlamış ve dolu dizgin gitmiş.
Mahmut Esat Bozkurt, bütün bu yaptıklarının arka planında Mustafa Kemal’in bulunduğunu, yine Mustafa Kemal’in sahibi olduğu Hakimiyet–i Milliye isimli gazetede bizzat kendisi ifade ediyor. İşte, o gazetenin 7 Şubat 1926 tarihli sayısında yayımlanan reformist Adliye Bakanı M. Esat Bozkur’tun ifadeleri:
“Cumhuriyet kànunlarında bir muvaffakiyet ve bir güzellik görünüyorsa, bu şahsıma değil, doğrudan doğruya Türk İhtilâlinin büyük lideri Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine aittir. Büyük liderden aldığım maddî ve manevî feyz ve ilhamladır ki, bu kànunları hazırladım.
“Memleketimizi sevenler, bizden olanlar, Türk inkılâbına iyilik dileyenler, namuslu insanlar, bu sert ceza kànununda kendilerine bir sığınma yeri bulacaklardır. Bu ceza kànunu, namuslu insanlar için dokunulmazlık belgesidir”.
Son olarak, 1943 yılı sonlarında İstanbul’da beyin kanaması sebebiyle ölen Bozkurt’a ait olduğu bilinen “Cumhuriyet savcılığı” tâbiri hakkındaki izahına yer verelim. Bu hususta, “Neden başbakan, müsteşar, vali, vs... için değil de, sadece savcılar için ‘cumhuriyet savcısı’ tâbirini resmileştirdiniz?” diye sonralara şu cevabı veriyor: “Çünkü, öyle zaman olur ki, cumhuriyeti koruyup kollamak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısıdır.”
Burada bir paradoks var. Nihaî karar mercii mahkemedir, dolayısıyla da son söz hakime aittir. Ne var ki, o tarihlerde hakim de geri plana itilmiş ve savcılık makamı ön plâna çıkarılmış görünüyor. Günümüzde de benzer bir durum söz konusu: Siyasetin gölgesi, ne yazık ki yargının hemen tamamı üzerinde hissedilir raddeye gelmiş durumda.