1930 yılı Aralık ayı sonlarında Menemen’de yaşanan “Kubilay cinayeti”, resmî tarih anlayışına göre irticaî bir hadisedir; hatta, yapılan inkılâplara karşı başlatılan bir isyan hareketidir.
Yine aynı kaynaklara göre, dinî tarikata mensup bazı müritler, Derviş Mehmet isimli şahsın öncülüğünde başka yerlerden toplanarak Menemen’e gelmişler, dinî gösterilerde bulunmuşlar ve onların bu yasa dışı eylemlerine mani olmaya çalışan öğretmen asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı hunharca öldürmüşler, ardından da kafasını kesmişler.
Evet, bundan 90 yıl evvel Menemen’de yaşanan bu elim hadisenin “vahşet boyutu” doğrudur. Bunu, zaten hiç kimse inkâr etmiyor. Ancak, bu vahşetin din adına ve dindarlar tarafından sergilenmiş olduğu iddiası külliyen yanlıştır; yalandır, hatta iftiradır.
Dolayısıyla, o tarihte Menemen’de işlenen cinayet ve sergilenen vahşet tablosu ne derece büyük ve dehşet vericiyse, bu hadisenin dine ve dindarlara mal edilmesi de o nisbette büyük, hatta ondan daha büyük bir cinayettir.
Cinayetin büyüklüğü şuradan geliyor: Kanlı Menemen hadisesini üç çeyrek asırdır dindarların üstüne ısrarla yıkmaya çalışanların ileri gelenleri de biliyor ki, o hadisenin arka planında bir kumpas ve bir tertip senaryosu var.
Biliyorlar ki, o vahşiyâne cinayeti hakikî dindarlar ve ihlâslı Müslümanlar işlemedi.
Biliyorlar ki, Kubilay cinayeti, karanlık odakların kullandığı Derviş Mehmet ve etrafındaki bir grup esrarkeş tarafından işlendi.
Evet, bütün bunları en az bizim kadar kesinkes biliyorlar ve o korkunç iftirayı da dindarların üstüne bilerek atıyorlar.
İşte, bizim “daha büyük cinayet” dediğimiz acı gerçek budur.
*
Meczup bir esrarkeş olarak bilinen Derviş Mehmet, aynı zamanda Giritlidir.
Ne gariptir ki, onun katletmiş olduğu asteğmen Kubilay da aslen Giritlidir; Giritli Hüseyin Beyin oğludur.
Bu noktada, “Acaba, bu iki aile arasında geçmişe dayanan bir husûmet, bir dâvâ konusu var mıydı?” sorusu da akla geliyor.
İhtimaldir ki, senaristler bu noktayı da hesaba katmışlardır. Ancak, senaryodaki ana temanın, dindarları zan ve töhmet altında bırakmak olduğunda şüphe yok..
Kaldı ki, hemen o tarihte kurulan sıkıyönetim mahkemesince Türkiye’nin muhtelif bölgelerinden toplanarak getirtilen, ancak hadiseyle ve canilerle tamamen ilgisiz onlarca mazlûmun idam edilmesi de, bu kahredici töhmetin açık bir ifadesi olsa gerektir.
Evet, samimî dindarlar, o ağır ceza bilânçosuyla hem zan altında bırakılmış oldular, hem de olanca şiddetiyle bir “gözdağı” vak’asına mâruz bırakıldılar.
*
Doksan yıldır dindarların aleyhinde kahredici bir malzeme olarak kullanılan Kubilay hadisesinin bir tertip ve bir komplo eseri olduğunun iki önemli dayanak noktası var.
Birincisi: İslâm dini, dahilde kuvvet kullanmayı, din kardeşinin kanını dökmeyi kat’î sûrette reddediyor, men’ediyor. Bu dine mensup aklı başında bir şahıs, kalkıp da böylesi bir cinayeti işlemez, işleyemez.
İkincisi: Dindar kesim, 1924’ten itibaren öylesine ezilmiş, örselenmiş ve sindirilmiş ki, faraza bir grubun kendi başına o tarihlerde Menemen’de üstelik hiçbir engelle karşılaşmadan böylesi bir kanlı isyan hareketini planlayıp organize etmesine imkân ve ihtimal yoktur. Demek ki, işin için de “bir başka iş” var.
Evet, bu iki nokta, aslında meselenin can damarını teşkil ediyor.
Dolayısıyla, bu iki noktadan hareketle, hadisenin üzerindeki karartma perdesi aralanabilir ve arka plandaki maskeli çehreler kolaylıkla gün yüzüne çıkartılabilir.
Hiç şüphe edilmesin ki, “hakikî vukuatı kaydeden tarih”, günün birinde Menemen hadisesi için de “hakikate en doğru şahit”lik vazifesini yerine getirecektir.