Binlerce insanımızın hayatına mal olan Yeniçeri Ocağının söndürülmesi, yani kapatılması hadisesine (15 Haziran 1826) "Vak'a–yı Hayriye" ismi verildi.
Ancak, bu vak'anın hayırlı mı, yoksa şerli mi olduğu hususu, aradan iki asırlık bir müddet geçmiş olmasına rağmen, yine de netlik kazanmış değil. Hadisenin mahiyeti, insanların bakış açısına göre değişkenlik arz edebiliyor.
Biz de burada nihaî kararı okuyucuya bırakarak, Yeniçeri Ocağının kuruluşundan söndürülmesine kadar uzanan yaklaşık beş asırlık serencâmı özet halinde dikkat nazarlarına sunmaya çalışalım.
Yeni asker (yeni çeri) ihtiyacı
Osmanlı Devleti, bilhassa Sultan I. Murad (Hüdavendigâr) döneminden itibaren, Rumeli ve Balkanlar'da hızlı bir yayılma (fütûhât) süreci içine girdi. Balkan topluluklarıyla yapılan savaşlar, mücadeleler bitmek bilmiyordu.
Bu durumda yeni, düzenli ve dâimî bir "savaşçı ordu"ya ihtiyaç duyuldu.
Bir yandan da, savaşlarda kazanılan zaferler neticesi esir alınan Hıristiyan ailelerin çocukları, İslâmî terbiye ile yetiştirilerek orduya dahil ediliyordu. Sonunda, sırf devşirilerek terbiye edilmiş bu gençlerden müteşekkil bir askerî birlik kurulmasına karar verildi
Bu arada Sultan I. Murâd Han, Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşayı Yeniçeri ve Acemi Ocaklarını kurmakla vazifelendirdi. (1324)
Yeniçeri Ocağına vurucu asker yetiştirecek ilk Acemi Ocağı Gelibolu’da kuruldu. Bu ilk teşkilatlanma ile orduya bin kadar nefer alındı. Bunlardan her yüz neferin başına ise, "Yayabaşı" adıyla bir kumandan tâyin edildi.
Bilâhare, Yeniçeri Ocağına—gönüllülük esasına dayalı olarak—Hıristiyan tebaanın çocukları da dahil edildi.
Yeniçeriler (yeni askerler), küçük yaşlardan itibaren İslâm örf ve âdetlerine göre yetiştiriliyor; ardından da acemi oğlan kışlalarında askerî eğitime tabi tutuluyordu. Onlar, emekli oluncaya kadar evlenmeleri ve şehir gibi mahallerde oturmaları yasaktı. Kışlalarda yaşarlardı. Kabiliyetlerine göre de subay veya general (paşa) olurlardı. Ocağın üst düzey kumandanlarına ise "Yeniçeri Ağası" ismi verilirdi. Teşkilât merkezi İstanbul'daydı.
Ocak, ağadan nefere kadar giden bir hiyerarşik düzen içinde çalışırdı. Dinî terbiye ve hatta tarikat bağlılığı, Yeniçeriler arasında ayrıca teşvik ve terğib edilirdi. Bilhassa Bektaşî tarikatına girmeleri çok yaygın bir gelenek haline dönüştü.
Bununla beraber, Mevlevî, Halvetî, Nakşî, Melâmî tarikatına mensup olan Yeniçeriler de vardı.
Pahalı denemeler
Yeniçeri Ocağının kapatılması yönünde Sultan II. Mahmut'tan önce de bazı deneme teşebbüsleri oldu. Ancak, bunlarda başarılı olunamadığı gibi, müteşebbislerin âkıbeti pek vahim oldu.
Meselâ, Sultan Genç Osman ile Sultan III. Selim'in bu uğurda sarf ettikleri çabalar, neticede onların ve daha binlerce insanın hayatlarına mal oldu. Her iki padişah da fecî şekilde katledildi.
1808'de tahta geçen Sultan II. Mahmut ise—diğer iki padişah gibi Yeniçeri Ocağından rahatsız olmakla birlikte—hayatını riske atmayarak, kendince uygun zamanı kollamayı tercih etti.
Feci âkıbete doğru
Yeniçeri Ocağının genel durumu, devletin genel durumuyla büyük çapta paralellik arz ediyordu. Tıpkı, ilerleme, duraklama ve gerileme halleri gibi...
Bununla beraber, bu asker ocağı zamanla dejenere edildi. İlmiye (medrese) sınıfı ile sadâret (hükûmet) çevreleri, Yeniçerileri zaman zaman kendi emellerine alet etmeye ve onları siyasete bulaştırmaya çalıştı.
Çoğu zaman, saltanat kavgalarında ve hatta iç isyanlarda kullanıldılar.
Bu duruma düşürülen ocağın ıslâh edilmesi gerekirken, daha çok zecrî tedbirlerle ortadan kaldırılması veya kökünün kazınması cihetine gidilmeye çalışıldı. Bazan da teşkilatın by–pas edilmesi denemesi yapıldı. Ancak, hiçbirinde istenen başarı sağlanamadı.
Sultan II. Mahmut, reformcu bir padişahtı. Kılık kıyafetten bürokrasinin işleyiş tarzına kadar, pekçok konuda radikal değişikliklerde bulundu: Bu cümleden olarak, sarığı halkın ve memurların başından kaldırtıp yerine 'fes'i koydurttu. Şalvar yerine pantolon giyme mecburiyetini getirtti. Askerî sistem değişikliği için ise, uygun fırsatın doğmasını bekledi.
Nihayet, Yeniçeri Ocağının bir bahane ile zuhûr eden isyan hareketini fırsata dönüştürdü. Onları önce oyaladı; ardından, bir fermân ile imhâ emrini vererek ocağı söndürme cihetine gitti.
Bu kanlı hadisenin adına da "Vaka–i Hayriye" denildi.
Kazan nasıl devrildi?
15 Haziran (1826) günü, devlet memurları İstanbul sokaklarında dolaşarak halkı Sancak–ı Şerif altında toplanmaya dâvet etti.
Buna mukabil, Yeniçeri Ağaları da ocak mensuplarını ayaklanmaya çağırdı.
Hazırlıklarını tamamlayan devlet ve hükûmet erkânı ise, Sultanahmet Camii’ni karargâh yaptı ve halka silâh dağıtılmasını temin etti.
İki tarafın da silâhlanmasıyla birlikte, İstanbul'un orta yeri kelimenin tam mânâsıyla bir iç savaş sahasına döndü.
Beyazıt Meydanı ile Divanyolu tarafını tutan Yeniçeriler, çarpışmanın başlamasıyla birlikte geri çekildiler ve Aksaray Meydanındaki (Meydânı Lahme: Et Meydanı) karargâhlarına kapandılar.
Sadrazam Selim Paşa, tam bu esnada kışlanın etrafını çevirerek top ateşini başlattı. Top ateşi sonrasında, koca kışla birkaç saat zarfında içindeki binlerce Yeniçeriyle birlikte yakılıp harap edildi. Ardından, başka yerlerde bulunan Yeniçeri bakiyesinden itaat etmeyen kısmı da hapis veya idam sûretiyle ortadan kaldırılması cihetine gidildi.
Yaklaşık 500 yıllık bu köklü askerî teşkilâtın lağvedilmesi, ifade edildiği gibi çok kanlı oldu ve çok pahalıya düştü.
Yeniçeri Ocağının bu şekilde tarihe karışması üzerine, Keçecizâde İzzet Molla da, ebcedî hesapla tarih düşüren şu mısraları döktürdü:
Tecemmü eyledi Meydanı Lahm'e,
İdüp küfrânı ni'met nice baği.
Koyup kaldırmada (kazanı) ikide–birde,
Kazan devrildi, söndürdü ocağı.
* * *
Kapatılan Yeniçeri Ocağının yerine "Asakiri Mansure–i Muhammediye" ismiyle yeni bir askerî teşkilâtı kuruldu.