Düzce’de her ayın 3. pazarı Yetişkinler Okuma Programı yaparız; kahvaltıyla başlayıp namaz ve yemek molası dışında müzâkereli derslerle gün boyu devam eder.
Bir konu müzâkere edilirken birkaç kardeşimiz o mevzûda bir şeyler yazılmış mı diye hemen Yeni Asya’yı tarar. Yâni bir makaledeki sehiv/hatâ, gün bitimiyle eskimiyor; internette yıllarca tıklanıyor.
Bir ağabeyimiz, en çok sahâbe kabrinin Diyarbakır’da (800’ün üzerinde) olduğunu yazmıştı. “Yeni Asya yazıyorsa doğrudur.” şiârı halel görmesin diye Yorum kısmına “Muhterem kardeşim, ‘Mekke ve Medine’den sonra en çok sahâbe kabri Diyarbakır’da.’ ifâdesi tashîhe muhtaçtır. Şam’da 5 Bin civârı sahâbe mezarı bulunmakta…” yazmıştım.
Telefonumu bulmuş; çıkıştı: “Ben bir yazıyı yazarken şöyle araştırırım... Yazdığım yazıdaki bilgileri de Diyarbekir ile ilgili falan mevkūteden aldım...”
-Kardeşim, bilgi hatalı. Şam’ı araştır, ma’lümâtının yanlış olduğunu göreceksin. Bunda uzatacak bir şey yok!
-Niçin özelden değil de yorum köşesine yazıyorsun?
-Mail adresiniz yoktu ki yazınızda!
-Yoksa yok. Senin telefonun da bende yoktu. Buldum da seninle konuşuyorum. Arasan bulurdun...
“Kusura bakma. Hatâ etmişim. Nihâyetinde nâzik bir düzeltme notuydu...” dediysem de sanırım kendimi affettiremedim. Anlaşılan bazı kardeşlerimiz nefislerini öldürdükleri için vazîfeyi âsab ve damarlar devralmış. Âsab ve damarlar nefis gibi öldürülemediğinden böyle şaşılası tezâhürler zuhûr edebiliyor.
Yazı gönderenler, mail adreslerini de yazmalılar tâ ki tashih gerektiren bir şey göze çarparsa yazara husûsî ulaşılabilsin.
Herkes FakĪr gibi enâniyeti çifteli olsa febihâ… Kat’-ı merâtib etmiş de, vazîfeyi âsab ve damarlar üstlenmiş ise?..
* * *
“Makale tetkik” koordinasyonunca bir yazı kendisine gönderilmişse FakĪr, gözüme çarpan imlâ, noktalama, ifade pürüzlerini -vaktim nisbetinde- tashîhe çalışırım. Önceden haberdâr olmadığım yazıları okuduğumda ise, gözüme çarpan hususları E-gazetede tashîhi için husûsî olarak yazarın tensîbine arz ederim.
“Eyvallah Abicim. Bu bilgiler benim için çok kıymetli…” gibi cevaplar gelir bazen fakat internet sayfasında yazıyı aynen duruyor görünce arz ettiğim bilgilerin o kadar da “kıymetli” olmadığı zehâbına kapılırım.
Bazı yazarlarımız hatalı imlâda direnince, tashîhe muhtaç şekliyle neşrediliyor:
Kelimeyi “ikamet” şeklinde -izahsız- düzeltmiştik. Yazarımızca kabul görmemiş; “ikâmet” olarak şapkalı çıktı. Bu kez özelden açıkladık: “… kardeşim, ‘ikâmet’ yazılırsa kef imiş gibi ince okunur. Şapka konmaz. İlle bir işaret konacaksa ikinci hece kalın ve uzun okunması için ‘ikámet/ikāmet’ diye yazılmalı. Bâki selam ve muhabbetler.”
Selâmımız alınmıştır da, kelimeye şapka giydirme ısrarından vazgeçildi mi meçhul; bir dönüş yapılmadı.
Önceki yazımızda da temas etmiştik: “k,g” harflerinden sonra şapka kullanılırsa, bu iki ünsüz ince okunur: kâtip, kâğıt, gâvur, nigâr… Fakat ‘k,g’ünsüzleri kalın ama hecenin seslisi uzun okunacaksa şapka kullanılmaz: galib, gamız, gazi, gafil ; kafile, kabiliyet, kaim, kaide…
Titiz iseniz, hele Risâle metni söz konusuysa “k,g” sessizlerinden sonraki sesliler üzerine hecenin kalın fakat uzun okunacağını ifade için husûsî işaretler konmalı: “gálib/gālib, gámız/gāmız, gázi/gāzi/, gáfil/ gāfil; káfile/kāfile, kábiliyet/ kābiliyet, káim/kāim, káide/kāide…
Tashih meselesi çok su götürür de bizim suyumuz ne kadarına kifâyet edecek Allah bilir; devam!