Cây-ı ibret bir hâdise:
Bir vakit, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh bir kâfiri yere atmış. Kılıcını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O, kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir ona demiş ki: “Neden beni kesmedin?”
Dedi: “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim.”
O kâfir ona dedi: “Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfî ve halistir; o din haktır” dedi.
Hem medar-ı dikkat bir vakıa:
Bir zaman bir hâkim, bir hırsızın elini kestiği vakit, eser-i hiddet gösterdiği için, ona dikkat eden âdil amiri onu o vazifeden azletmiş. Çünkü Şeriat namına, kanun-u İlâhî hesabına kesse idi, nefsi ona acıyacak idi. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adaletle iş görmemiştir.
Cây-ı teessüf bir hâlet-i içtimaiye ve kalb-i İslâm’ı ağlatacak müthiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî:
“Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dahilî adavetleri unutmak ve bırakmak” olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevî kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-i İslâmiyeye hizmet dâvâ edenlere ne olmuş ki birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar? Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir.
Medar-ı ibret bir hikâye:
Bedevî aşiretlerinden Hasenan aşiretinin birbirine düşman iki kabilesi varmış. Birbirinden, belki elli adamdan fazla öldürdükleri halde, Sipkân veya Hayderan aşireti gibi bir kabile karşılarına çıktığı vakit, o iki düşman taife, eski adaveti unutup, omuz omuza verip, o haricî aşireti def’ edinceye kadar dahilî adaveti hatırlarına getirmezlerdi.
İşte ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi, yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı, tesanüd ederek, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken, onların hücumunu teshil etmek, onların harim-i İslâm’a girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârâne tarafgirlik ve adavetkârâne inat, hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?
Mektubat, Yirmi İkinci Mektub, s. 316
LÛGATÇE:
adavet: Düşmanlık, kin.
adavetkârâne: Düşmanlık beslercesine.
cây-ı ibret: İbret edilecek nokta, ibret verici.
cay-ı teessüf: Teessüf edilen, üzüntü veren.
harim-i İslâm: İslâm’ın mukaddes yerleri, mukaddes ocak, belde.
maraz-ı hayat-ı içtimaî: Sosyal hayatın hastalığı.
tesanüd: Dayanışma, omuzdaşlık.
teshil etmek: Kolaylaştırmak.