Bir insan için en kıymetli şey, düşüncesini paylaşabilmesidir.
İnsanın varlığı, düşüncesinin hayat bulması ile anlamlıdır. Düşüncenin doğruluğu veya yanlışlığından ziyade, düşüncenin hürce ifade edilebilmesi, düşüncenin bizatihi kendinden daha önemlidir. Her düşünceye önce bu hak tanınmalıdır.
Düşünce sahibinin düşüncesini ifade etmesi, düşünceyi değerlendirenin o düşünceyi tanıması; düşüncenin değerlendirilmesinden daha önceliklidir.
Bu birinci adım olmadan, değerlendirme ve sonuçlandırma adımları olmaz.
Düşüncesinden emin olan, karşıt düşüncelerle karşılaşmaktan, tartışmaktan, onu dinlemekten ve kendini savunmaktan çekinmez. Taşıdığı özellik ne olursa olsun, düşüncenin ifade edilmesi; kapalı kalmış, açıklanmamış, ifadeye dökülmemiş, ne istediği, ne aradığı, ne savunduğu belli olmayan bir düşünceden daha önemlidir. Bilinen, görünen bir şeyin kabulü ya da izalesi daha kolaydır. Ondandır ki, düşünce hürriyeti, düşünceden daha önemlidir.
Çoklu ortamlarda fertlere tanınmış ‘düşünce hürriyeti’ düzeyi, medeniyet düzeyidir. Düşüncesini ifade etme hürriyeti, öncelikli kul hakkıdır. Bunun engellenmesi ise, kulluğu engelleme vebalidir. Kısıtlanmış, baskılanmış ortamlarda hayat bulmayan düşüncelerin meydana getireceği yıkımların vebali, oraların aktörlerindedir.
Düşüncesini paylaştığı için, ortamda dışlanan, itilen, yadırganan ve ötelenen insanın asıl üzülmesi gereken şey, düşüncesinin dışlanması değil, böyle bir zihniyetin varlığıdır. Böyle bir zihniyet ortamında düşüncenin ifade edilmesinin faydası ne olacaktır?
Yani varlığına tahammül edilemeyen bir düşüncenin muhtevasında ne olduğuna kim bakacaktır?
Önce zihniyet hür hale gelmelidir. Bir insan daha farklı düşüncesini söyle(yebil)di diye sevinmek, ‘kaliteli insan’ göstergesidir. Düşüncenin, kendi düşüncesini desteklemesini değil, benim gibi düşünmüyorsun, ama düşüncene saygı duyuyorum diyebilmek ve ondan istifade veya ona katkı sağlamak yollarını aramak hem insanî, hem vicdanî gelişme göstergesidir.
Varlığına tahammül, düşüncesine katılmak/katılmamaktan önceliklidir.