"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İşârâtı Gaybiye (1)

Şemseddin ÇAKIR
13 Kasım 2020, Cuma 00:01
Evet Risale-i Nur’un mayası ve meşrebi tefekkür ve şefkat olduğu cihetle, Hazret-i İbrahim’in (as) hususî meşrebi olan tefekkür ve şefkat noktasında tam tevafuk etmek sırrıyle şu sûrede daha ziyade Risale-i Nur’u kucağına alıyor.

Kur’ân-ı Azimüşşan’ın on vücuh-u icazından birisi de, ihbar-ı bilgayb mu’cizesidir ve diğer bir ifadeyle işârât-ı gaybiyesidir.  

Üstad Hazretleri 29. âyet’i kerimenin hesabındaki bir sehivden bile bir işareti gaybiye çıktığına dikkat çekerek “Küçük bir sehivde büyük bir işaret-i gaybiye gördüm” diyor. Ondan sonra da o sehvin sebebini şöyle anlatıyor:

Malûm Sûre-i İbrahim’in başında “Elif, lam, ra. Bu bir kitapki insanları Rablerinin izniyle inkâr karanlıklarından iman nuruna çıkarman, kudreti herkese galip olan ve hertürlü hamde lâyık olan Allah’ın yoluna kavuşturman için sana indirdik” (İbrahim Sûresi: 1) Bir de bu âyet içinde “Rablerinin izniyle Nur’a erme” cümlesinin makam-ı cifrisi sehven “Bin üç yüz otuz dört (H.1334- M.1915, 16) ederek Risale-i Nur’un fatihası olan İşarat’ül İ’caz tefsirinin zuhuru ve tab-ı tarihine tevafukla bakar” denilmiş. Halbuki melfuz harflerin makamı bin üçyüz otuz dokuz (H.1339 M.1920, 21) olup, o tefsirin fevkalâde iştiharı ve Dar’ül Hikmet tarafından ekser müftülüklere gönderilen nüshalar müteaddit, maddî ve manevî inkılâpların sarsıntılarından vikaye noktasında- çok emareleri ve müftülerin itirafiyle- birer kal’a ve ekser müftülerin ellerinde birer elmas kılınç hükmüne geçmeleri tarihine tevafukla takdirkârane bakar. Okunmayan iki elif sayılsa bin üç üz kırk bir (H.1341 M.1922) edip, Risale-i Nur’un mebde-i zuhuruna tam tamına tevafukla bakar.

Bu küçük sehvin ihtar ettiği mana: Demek bu âyet-i kerîmede Risâle-i Nur’a bakan yalnız onun dört cümlesi değil, belki o birinci sahife ahirine kadar münasebât-ı maneviye cihetinde bir mana-yı remziyle -efrad-ı kesiresi içinde- Risale-i Nur’a gizli bir hususiyetle ima eder, remzen bakar. Demek buradaki sehiv; namazı bozmayan sehiv nev’indendir. Belki de bir hikmete binaen ettirilmiştir. Üstad burada “Ben şimdilik o hakikat-i Remziyeyi beyan edemem” diyor ve kısa bir işaretle yetiniyor.

Evet, Risale-i Nur’un mayası ve meşrebi tefekkür ve şefkat olduğu cihetle, Hazret-i İbrahim’in (as) hususî meşrebi olan tefekkür ve şefkat noktasında tam tevafuk etmek sırrıyle şu sûrede daha ziyade Risale-i Nur’u kucağına alıyor. Baştaki âyet, dört cümle ile en karanlık bir asrın kara kara içinde, zulmet zulmet içinde insanları nura çıkaran ve Kur’ân’dan çıkan bir nura parmak bastığı gibi; en karanlık içinde bulunan ve Risale-i Nur’un cereyanına muhalif gidenleri tarif eder.

Burada bir parantez açarsak, insanların devirlere ve şartlara göre karekterlerinin tezahür ettiğini görürüz. Buna göre de, karalar, zulmetler ve Nur guruplarının teşekkül ettikleri anlaşılır. 

Şöyleki:

1- Mekke dönemi çok sade ve iki grup var: 

a- Mü’minler. b- Kâfirler. 

2- Medine döneminde İslâm devleti kurulunca hemen gruplar üçe çıkmış, çünkü kâfirlerin bir kısmı güç veya otoriteden menfaatlenmek için münafıklar grubunu türetmiş. 

Yani grup üçe çıkmış: a- Mümin. b- Kâfir. c- Münafık olmak üzere. Meselâ biri önde namaz kılıyor, fakat aklı Ebucehil’in yanında, hemen ilk fırsatta bağlılığını tazeliyor. İşte bunlara dikkat çekerek Cenab-ı Hak Maun Sûresi’nde “Veyl olsun o namaz kılanlara” (Maun: 6) buyuruyor.

3- Asrımız şartlarına göre insanların yeniden grup türettiği görülür. Çünkü, Osmanlı mağlûp olmuş, galip devletlerin zihniyeti hâkim olmuştur. Hâkim olan resmî ideoloji karşısında Müslümanlar arasında türetilmiş olan ve en hafif ifadesiyle “mürailik” tezâhür etmiştir. Bunlar “huruc eden” zulümat gruplarına iltihak ederken, o zulümata karşı “zuhur eden” Nur gurubuna da, vesile olunmuştur. Böylece grup beşe çıkmış. Yani “mürailik” , “münafıklığın” bir çeşididir ki, aynı şeyi Müslüman yaparsa “mürai” olur ki, buna da başta o zamanın Diyanet Reisi Börekçi misaldir. Çünkü, şapka için attığı imza için “Nokta gibi bir imza attım” diye korkudan attığını itiraf etmiştir. Gerçeği itiraf etmek gerekirse bir tek Nur Talebeleri o ceberrut döneminde bile hapse girmeye, belki idama razı olup murailiğe razı olmamışlardır. Zaten o dönemlerde hapishaneye girenler de sadece Nurcular olduğu söylenir. 

Demek bu asırda grup beşe çıkmış: a- Mü’minler. b- Kâfirler. c- Münafıklar. d- Mürailer. e- Nurcular olmak üzere beş grupla yaşamak mecburiyetindeyiz. Fakat benim en zoruma giden mürailerdir. Zira; şair “Sözü dost özü düşmandan usandım, /Dili melek kalbi şeytandan usandım/ Hepsi neyse ne de dostlar/ Ben, en çok dâvâsız Müslümandan usandım” diyor. İşte bunlar böyle bir şey. Bunlara halk arasında “Sapı bizden” denir.

Yani kâfirlerin korkak ve menfaatperestine “münafık”, mü’minlerin korkak ve menfaatçilerine “mürâi” denir. Demek asrımızın, yani İslâm âlemine uygulanan istibdad birçok mü’mini “mürai” durumuna düşürmüştür. İşte şimdiki en müzmin marazımız ve karanlık noktalardan biri de, mürailerdir.

Bu karalar ve zulümatlardan neleri anlayacağız?

Hatta bu asrı zifiri karanlık gösteren sadece âyet-i kerimeler değil, bu meselede bir kısım hadisi şeriflerde vardır ve bunlardan biri de Ebu Huzeyfe hadisidir, fakat şimdi o kısma girmeyeceğim. 

Aslında bu kara ve zulmetleri birer birer tesbit edip liste çıkarsam ortaya büyük bir ibret tablosu çıkar. Ben de şimdilik ona mezun değilim, ancak bu zulmetlerden yakın tarih içinde âlâ-yı vala ile anlatılan birkaçını ifade edeyim. 

Meselâ:

3 Mart 1924’de, bir günde çıkarılan kanunlar şunlardır:

1- Hilâfetin ilgâsı.

2- Bütün medrese veya dinî okulların kapatılması.

3- Osmanlı hânedanının yurt dışına sürülmesi.

4- Şer’iye, Evkaf ve Erkân-ı Harp Daireleri gibi bilumum dinî kamu kurumlarının kapatılması.

5- Din derslerinin bütün okullardan yasaklanması gibi ve 1925 yılında bunlara; hatta hadis-i şerifte dikkat çekilen ahirzaman âlâmetletinden “Allah” lâfza-i Celâlinin yasaklanıp yerine Moğolların putu olan “tanrı” kelimesinin konuluşudur. Böylece Allah diyenler ceza almış ve 1932’den itibaren şarkıya çevrilen sözde ezan da, eklenerek icra edilmiştir. 

 Allah rahmet etsin, ezanı tekrar aslına çevirerek bu zulme son verdiği için merhum Başbakan Adnan Menderes dahi 1960 ihtilâliyle idam edilmiştir. 

İşte utanç dolu tarihimiz.

—DEVAMI HAFTAYA—

Okunma Sayısı: 3562
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı