Konumuzu ilgilendirmesi cihetiyle, ABD Federal Bankanın ortakları başta olmak üzere, diğer zenginlerce desteklenen vakıfların, Global siyasetteki dinsizlik cereyanlarına verdikleri destekler üzerinde de durmamız gerekiyor.
Zira Henry Kissinger’ın talebesi Klaus’un cebine koyduğu ilk sermayenin, Kissinger’ın da mütevellisinde bulunduğu DAN DAVİD Vakfına ait olması tesadüfî değildi. Batılı bazı araştırmacıların, bahsettiğimiz şirketlerle irtibatlı vakıfların çalışmalarını; ilgi duydukları alanları, üstlendikleri global projeleri ve küresel düzeyde destekledikleri siyasî hareketleri genişçe anlatan kitaplar ve makaleler yazdıklarını biliyoruz. İman ve Kur’ân hizmetini direkt alâkadar etmeyişi ve Risale-i Nurdaki üsluba da mutabık olmayışı cihetiyle, bu mevzulara girmiyoruz.
Dünya kapitalini kontrollerinde tutan büyük şirketlerin desteği ve bilgisi dâhilinde Avrupa’ya 1970’lerin başında gelen Klaus Schwab’ın yol haritası, Kissinger’ın Harvard Kennedy Yazokulunda küresel coğrafyadan topladığı elemanlara öğrettiklerinden başkası değildi. Yani Kissinger’ın 1960-66 arası Harvard’a uyguladığı “Yarının Küresel Liderleri” projesini, talebesi DAVOS’ta 1992’de uygulamaya koymuştu. “Küresel düzen” için istihdam edecekleri fedaîlerini burada yetiştirmeye başlamıştı, Klaus Schwab… Ve çok ilginçtir ki, 2004’teki bir analizden, HARVARD-DAVOS işbirliğinin devam etmekte olduğunu öğreniyoruz.
Neoconlar elemanlarını belli vakıflarca finanse edilen üniversitelerde okutup ABD bürokrasisinde yetiştirirlerken, global sermayeye liberalizm perdesinde yaklaşan Neoliberaller (sosyal Marksistler) ise farklı ülkelerden topladıkları başarılı elemanlarını Dünya Bankası ve IMF gibi devletler üstü kurumlarda yetiştireceklerdi. (Türkiye’den seçtikleri Turgut Özal ve Kemal Dervişoğlu gibi…) BD’deki küreselci ihtilâlcilere ve projelerine destek olan şirketlerin; vakıf ve bankaları hakkında daha fazla bilgiyi, Doların Efendileri ile Neoliberaller çalışmalarında bulabilirsiniz.
WEF’in öncelikli hedefi Avrupa’yı yeniden şekillendirmek… Avrupa’nın yönetimi ve ekonomisi ve siyasetteki geleceği birinci derecede ilgi alanı. O günün Avrupa’sında; demokrasi ve barış yolunda ilerleyen Avrupa Birliğine karşı strateji geliştiren İngiltere’yi tahlillerimizde öne almamız gerekiyor. Hatta, Klaus Schwab çizgisine rol modeli olmuş Montpelerin Cemiyetini de unutmayacağız. (August von Hayek’in başkanlığında ve aralarında Karl Popper’ın da bulunduğu Açıktoplumcular… AB demokrasisini ve buradaki sosyal devleti tahrip ettikten sonra tarihe karışmış Mont Pelerin gibi, DAVOS’un da dağılma sürecine girdiğini söylememiz inşaallah mübalağa olmaz.)
Demokrasi ve insaniyet düşmanı bu iki yapının önemli bir farkı var. Birincileri Londra üzerinden Avrupa’yı hedef aldılar, WEF’çiler ise (isminden anlaşılacağı üzere) dünyayı tahribe sürüklediler.
Söz buraya gelmişken, DAVOS hareketini destekleyen Neoconlarla Neoliberaller; WEF çatısı altında bir nevi ittifak anlaşması sergiliyorlar. Neoliberallerin Şikagolu üstadı Milton Freedman’ın, büyük bir gayretle oyuna dahil ettiği ÇİN’in 1989’dan sonraki tarihçesi anlaşılmadan Klaus’un başarısının sırrını çözemeyiz. Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki anlaşmayı sağlayan Kissinger’a bedel, bu yeni dönemde Neoliberallerin devreye girerek Çin’e sermaye akışını başlatmaları, peşisıra AB’deki üretimin (globalcilerin sermayesiyle AB’de kapatılan binlerce üretimhane ve kapıdışı edilen milyonlarca işçi) Çin’e transferi, millî devletlerin bütçelerine yerleştirdikleri elemanlarıyla müdahaleyle halkın fukaralaştırılması, temel insanî hizmetlerin özelleştirilerek sivil Bolşevizm’e kapı aralanması, insaniyetin materyalist saldırılarla tahribi ve burada sayamayacağımız çoklukta kalemlerdeki menfî değişim; DAVOS patronu kostümüyle ve Dünya Ekonomi Forumu sahnesinde Klaaus Shwab’ın başında bulunduğu çeteye yaptırılacaktı.
Bugünlerde dağılma sürecine girmiş görünen WEF veya DAVOS’un mahiyetini bilemeyen hamiyetli insanlar, aynı habis ruhun bir başka yerde ortaya çıkışını anlayamazlar. İnsaniyeti, demokrasileri, fıtratı, çevreyi, sosyal devleti ve semavî dinleri tahripte anlaşmış Marksizmin bu iki mektebinin hedefi; insanı hem psikolojisi ve hem de fizyolojisi ile dönüştürmek olduğunu, satır aralarında kendileri itiraf ediyorlar.
Birinci Avrupa’nın, ehl-i mektep dediğimiz hakperest Batılıların, semavî dinlere mensup halkların ve genel insaniyetin dünkü dilini, tanımlarını ve anlayış biçimlerini de tahribe yönelen bu küresel dinsizlerin mahiyetini anlamayı hafife alanlara veya bu hakikati inkâra kalkışanlara, hangi nazarla bakmak lazım gelir?