İnsanoğlu geleceği hep merak etmiştir. Gayb-ı mutlak olan geleceği sadece Allah Teâlâ’nın bileceği, o bildirmedikçe peygamber olsa bile kimsenin gaybı bilemeyeceği tartışmasızdır.
Bununla beraber, Kur’ân-ı Kerîm, Allâmü’l-Guyûbun kelâmı olması, “Yaş ve kuru ne varsa hepsi kitab-ı mübînde” bulunması 1 âyetlerin zaman üstü olması hasebiyle her asra bakan mâsadaklarının elbette bulunması ve Allah Rasûlünün (asm) “Geçmiş ve gelecektekilerin ilmini isteyen Kur’ân’ı deşelesin” 2 buyurması sebebiyle, tâ ilk nüzûlünden bu yana âyetlerden gelecekle ilgili istihraçlar hep yapılmıştır. Belki de bu tür istihraçları (çıkarım) ilk yapan Yahudi âlimleridir ki, huzur-u Nebîde, sûre başlarındaki bazı hurûf-u mukattaayı duydukları vakit, hesab-ı cifrîyi kullanarak ümmet-i Muhammed’in (asm) müddetinin az olacağını çıkarmışlar, Peygamber Efendimiz (asm) ise onların bu yöntemle istihracına itiraz etmemiş, bunun yerine diğer hurûf-u mukattaa âyetlerini okuyarak ümmetinin ömrünün zannettiklerinden uzun olacağını ifade etmiştir. 3
Kur’ân’dan cifir ve ebced yöntemlerini kullanarak geleceğin ipuçlarını çıkarmaya Yahudi âlimlerinin çalıştığını ve Hz. Peygamber’in (asm) buna itiraz etmediğini gören Müslüman âlim ve mutasavvıflar da, Kur’ân’dan bu tür bilgileri çıkarmaya çalışmışlar veya subjektif sayılan ve başkalarını bağlamayan keşiflerinin güvenilirliğini test etmek amacıyla ve keşif veya ilham yoluyla elde ettikleri bilgileri daha objektif bir temele oturtmak maksadıyla kudsî metinlere müracaat etmişler ve benzer yöntemlerle keşfe ve ilhama dayalı bilgilerini temellendirmek istemişlerdir. Zaten istikbâlî olan gaybiyat, niyet ve ihtiyar ile veya sadece ebced hesabıyla elde edilen bir bilgi değildir. 4
Yusuf Sûresi’nden veya Hz. Musa (as) kıssasından anlaşılan odur ki, Allah Teâlâ avama, hatta küfrün başı olan Fir’avuna dahî, başlarına gelecek bazı hâdiseleri sâdık rüyalar yoluyla bildirmiştir. Elbette havassın, rehberliğiyle sorumlu oldukları ümmetin başına gelecek bazı mühim hâdisât konusunda hiç bilgilendirilmemesi ve bu mazhariyetten onların büsbütün mahrum edilmesi mümkün görünmemektedir. Bir çok müfessir, Allah’ın, peygamberler dışında bazı seçkin kullarını da gaybî bilgiye muttalî kılabileceğini, bunun Kur’ân’ın ifadesiyle çelişmediğini kabul etmektedir. 5 Keşif, rüya, ilham veya kudsî metinlerden istihraç gibi yollarla, mâneviyat sultanlarının da gelecekle ilgili, yol işaretleri niteliğindeki bazı bilgileri Allah’ın izin verdiği kadarıyla bilmeleri veya vahye dayalı metinlerden ilhamen istihraç edebilmeleri, onlara yüklenen vazifenin muktezasıdır.
Nitekim, ünlü tefsir âlimi İbn Berrecan (ö. 536) vefatından yaklaşık kırk yedi yıl sonra Salâhaddin Eyyûbi eliyle müyesser olacak Kudüs fethini, Rum Sûresi’nin ilk âyetlerinden istihraçla hicri 583 (m. 1188) olarak haber vermiştir. 6 Kudüs’ün sonraki fethi için İbn-i Kemal “O yere salih kullarım varis olacaktır” 7 âyetinin hicri 922 tarihine işaret ettiğini söylemesi üzerine, Yavuz Sultan Selim onu da yanına alarak sefere çıkmış ve bildirilen aynı yılda, yani milâdî 1517’de Mısır, Hicaz ve Kudüs fethedilmiştir. 8 İstanbul’un fethine dair Molla Câmi’nin Sebe Sûresi 15. âyette geçen “Beldetün Tayyibetün=Ne güzel bir belde” terkibinden hicrî 857 (m. 1453) tarihini istihraç ettiği nakledilmektedir. 9
Bu mutemed âlimlerin yanı sıra bu işi kahinliğe ve şarlatanlığa çevirmek isteyenler de vardır. Su-i istimale açık olan bu yöntemlere zahir ulemanın haklı ve şiddetli itirazları bilhassa bu şekilde istismara yeltenenlerin önünü almak için faydalı olmuştur.
Burada, bu yöntemleri kullanan âlimlerle, buna şiddetle karşı çıkan âlimlerin delil ve savunmalarını kendi kitaplarına havale ederek biz, âyet ve hadislerden geleceğe dair bir takım işaretleri, vukuundan çok önce vakıaya mutabık olarak istihraç etmesiyle dikkat çeken Bediüzzaman Hazretlerinin (ra), Kur’ân ve hadislerdeki gaybî işaretlere ve 2020’den sonraki istikbale dair bazı yorumlarını gelecek yazımızda çok muhtasar nakletmekle yetineceğiz.
Yorumlarındaki bu tarih ve olaylara kesinlik atfedilemeyeceğini ve kat’iyyetle hükmedilemeyeceğini, zira meşîet-i İlâhiyenin mahkûm olamayacağını, ecel-i mübremin bile tebdil edilebildiğini ihtar eden Üstad “gayb kapısı yakîniyet ve kat’iyyet sûretinde rasüllerden başkasına açılmaz; Lâ ya’lemü’l-gaybe illallah düsturu, dâimî ve küllîdir” diyerek kayıt düşmeyi ihmal etmemiştir.
Ed-Dâî (=Duâcı veya çağıran) şiiriyle, vefatından yaklaşık elli yıl önce vefat edeceği hicrî yılı (1379), mezarının yıkılacağını ve 1380’in (1960) Müslümanların “beraber ağlayacakları” bir “hüsran-ı İslâm” yılı olacağını sarahate yakın haber veren böyle bir allâmenin, başka ihbarları da var mı diye merak etmek, Kur’an’ın gaybî işaretlerine dair çıkardığı yorumlara iltifat etmek yadırganmamalıdır. Haşiye
Hele hele “Amerika tavukları ne kadardır” türünden bir çok mâlâniyatın gereksiz merak edildiği, “Medeniyetler Çatışması” gibi kehanetlerin küresel ölçekte ilgi odağı olduğu bir çağda...
***
Haşiye: Talebesi Salih Özcan anlatıyor: Emirdağ’a, ed-Dâî’nin bulunduğu formayı götürmüştüm. Üstatla yolda karşılaştık. Dedim: “Oradaki 79 değil, daha büyüksünüz. Bunda da hata var!”
Dedi: “Keçeli! Bu doğrudur. Karışma sen. Bu böylece kalsın” (Son Şahitler, Nesil Yay. 2008, III/241)
Dipnotlar:
1) En’âm Sûresi, 59.
2) Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, 9/135; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, 7/165
3) Şuâlar, 1. Şuâ, 24. Ayet
4) Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, Sekizinci Lem’a, 162
5) TDV İslâm Ans. “Gayb” md.
6) Suyutî, el-İtkan, II/14; Tarihu’l-Hulefa, (Şamile), 1/187.
7) Enbiyâ Sûresi, 105.
8) bk. Âlûsî, I/8.
9) Elmalılı, VI, 3956; Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, IV/428