Kimden ne ölçüde korkmamız gerektiğini nereden bilebiliriz? Allah’tan başka kimseden korkmamak ne demektir? Korkunun içtimaî hayata bakan yönleri nelerdir? Küresel sistem sahipleri hangi teknikleri kullanarak bu korku damarından istifade ediyorlar? Bu korku hücumlarına karşı kendimizi ve çevremizi nasıl koruyabiliriz? Bütün bu soruların ve daha fazlasının cevabı Hücumat-ı Sitte’nin ikinci desise bölümünde. Bu yazımızda bir kısmını nazara vererek koronavirüs cihetini anlamaya çalışacağız.
İlk paragraftan başlayalım:
“İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler; onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları, avâmın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar.” 1
Teşhise dikkat edelim. Bu teşhis insanı anlama yolculuğunda önemli bir adımdır. En temel ve ehemmiyetli hislerimizin başında korku hissi gelir. Bazı art niyetli insanlar sistematik bir şekilde bu hissi çok kullanarak evhamları tahrik ediyorlar. Amaç da anlaşılacağı üzere korkutarak istediklerini yaptırmak. Peki bu art niyetli kişiler kimlerdir ve toplumun hangi kesimini hedefliyorlar? Casuslar ve propagandacılar şeklinde iki kesim sürekli toplumun bütün kesimine bilhassa kanaat önderlerine şahs-ı manevî şeklinde hücum ettiklerini müşahede ediyoruz. Casuslar kimliklerini belli etmezler gizli çalışırlar. Bazen de dost görünürler. Propagandacıları açıktan görürüz.
Televizyon, Cep telefonu, Bilgisayar gibi kanallarla bütün topluma korku yayarlar. Bir yalan yeterli düzeyde yüksek ve sık söylenirse toplumda o yalan en temel doğru algılanır. Bunu çok iyi bildikleri için yazılı, görsel medyayı ve bilhassa sosyal medyayı amaçları doğrultusunda kullanmaktan çekinmemektedirler.
Son misalini koronavirüste gördük ve görmeye devam ediyoruz. Aynı taktiği kullanmaya devam ediyorlar. Maalesef çoklarını aldatıyorlar. 2002’de SARS, 2005’te kuş gribi, 2009’ da domuz gribi ve 2012’de MERS’te yine aynı senaryoyla milyonlarca insanın öleceği gece gündüz bütün dünya medyasında defalarca ifade edilmişti. Peki, sonuç ne oldu? Bu dört gripten toplamında on bin kişi bile ölmedi. Yanlış okumadınız. Toplam ölüm on bin bile değil.
Peki koronavirüsteki durum nedir? Rakamlar incelendiğinde aynı durum görülüyor. 25 Hazirana kadar ki ölüm sayısı 487 bin olarak açıklandı. Bir kıyas yapabilmemiz açısından aynı dönemde 476.798 kişi sıtmadan, 521.259 kişi intihardan, 656.174 kişi trafik kazalarından, 817.152 kişi HIV’dan, 1.215.765 kişi alkolden, 2.430.000 kişi sigaradan, 3.992.260 kişi kanserden, 2.670.000 kişi açlıktan, 6.311.000 kişi bulaşıcı hastalıklardan, 5 yaşın altında 3.694.900 çocuk vefat etmiş. Ayrıca günde ortalama 160.000 kişi dünya genelinde vefat ettiğini de nazara verelim. Yani, bu ortalama ile ölümler gerçekleşmeye devam ederse senenin toplam 6 gününde vefat sebebi koronavirüs kaynaklı olacak. Burada 6 günün az olduğunu savunmuyorum. Sadece kalan 360 gündeki ölümleri neden bu kadar gündemimize almıyoruz ya da neden sadece bu virüs ölüme vesile oluyormuş gibi yaşıyoruz?
Soruları üzerinde düşünmeye dâvet ediyorum.
Bu rakamlar gizlenirken başka dehşetli bir korku saçılıyor. O da sanki her virüsü kapan kişi ölüyormuş gibi aksettiriliyor. Peki gerçekten durum nedir? Virüs bulaşan her yüz insanın 3-4’ü bile ölmüyor. Yanlış okumadınız. Virüs size bulaşsa bile kurtulma ihtimaliniz en az % 96-97. Vefat edenlerin çoğuda altmış yaş ve üzerinde.
Çok nadir çocuklarda ölümle sonuçlanıyor.
Üstad Hazretleri kayığa binmekten korkan önemli bir zata bir hesap yaptırarak üç yüz altmış binde birlik bir ihtimalden korktuğunu ispat eder. “Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.”2 diyerek aslında çoğu korkunun ne kadar yersiz olduğunu hatırlatıyor. Sonrasında asıl düşünmemiz gereken ölüm gerçeğine dikkat çekiyor.
Her an ölme ihtimalimiz olduğuna göre bütün enerjimizi ahirete sarf etmemiz gerekmez mi? Şu satırları okuyan her insan günde ortalama yüz elli bin insanın vefat ettiğini düşünmeli. Belki de bugün bizim için son fırsattır. Ölüm bu kadar yakınken üzerimize vazife olmayan, etkimiz ve yetkimizin olmadığı başka işlerle meşgul olmak ne kadar abes olduğu aşikârdır.
Peki, Rabbimiz korku hissini bizlere neden vermiş? Hayatımızda korku olmalı mı olmamalı mı? Olmalıysa ne ölçüde olmalı? Üstad bütün bu sorulara kısaca şöyle cevap veriyor: “Cenâb-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşrû olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf etmek evhamdır, hayatı azâba çevirir.” 3
Hayatın muhafazası için korku hissi gerekli. Öyle olmasaydı çoktan ölmüştük. Yüksek apartmandan atlamamızı önleyen, vahşi bir hayvandan kaçmamızı sağlayan, trafiğin yoğun olduğu bir caddede ihtiyatla davranmamızı sağlayan korku hissidir. Üstad en fazla beş altıda bir ihtimal yani % 18-20 civarında bir risk varsa ihtiyatlı bir korku olabilir diyor. Şu an olduğu gibi virüs bulaşsa bile % 97 kurtulma ihtimalinin olduğu bir durumda korkmanın evham olduğu rahatlıkla ifade edilebilir.
Bu sözü dinlemeyen insanların evhama kapıldıkları ve hayatlarını azaba çevirdiklerini de yakinen müşahede ediyoruz.
Kural çok basittir. Hakîm isminin tecellîsine riayet gereği, tedbiri elbette hiçbir zaman elden bırakmayacağız. Ama bunu, hayatı azaba çeviren bir korkuya da asla dönüştürmeyeceğiz. Tek Rabbimizden korkarsak Rabbimiz korktuklarımızdan emin eyleyecektir. Rabbimizin dışındakilerden korkarsak Rabbimiz o korktuğumuz neyse onlarla başbaşa bırakacaktır.
Rabbimiz cümlemizi sadece Kendisinden korkanlardan eylesin vesselâm…
Dipnotlar:
1- Mektubat, s .490.
2- Mektubat, s. 491.
3- Mektubat, s. 491.