Birçok insanın merak ettiği imanı tazelemenin öneminden bahsetmek istiyorum. Hemen akla şöyle bir suru geliyor. İman eskir mi ki tazelensin? Bu sorunun cevabı evet. Çünkü; Hz. Peygamber (asm) bu konuda şöyle buyuruyor:
“İmanınızı ‘Lâ ilâhe illallah’ sözü ile tecdit ediniz ve yenileyiniz.”[1]
Başka bir rivayette de: “Birinizin elbisesi eskidiği gibi göğsündeki imanı da eskir. Öyle ise Allah’tan kalbinizdeki imanı tazelemesini dileyiniz.”[2]
Cenâb-ı Hakk’ın, zamanın ve mekânın çarkları içinde yuvarlanıp giden müminleri birçok ayetlerle “imana” çağırması bu konunun önemini işaret etmektedir.
Her gün yıpranan, yara alan, zaman zaman kararan iç dünyamız, ancak imanla tamir ve tedavi edilebilir. Kararan dünyamızı aydınlatan imandır. Beden temiz hava ve sağlıklı gıdalarla beslendiği gibi ruh ve kalp de iman imanı takviye edici manevi gıdalara muhtaçtır. Bediüzzaman da Mektubat adlı eserinde bu hususa dikkat çekerek şöyle ifade ediyor:
“Hem insanda madem nefis, hevâ, vehim ve şeytan hükmediyorlar, çok vakit imanını rencide etmek için gafletinden istifade ederek çok hileleri ederler, şüphe ve vesvese vererek iman nurunu kaparlar. Hem zahiri şeriata muhalif düşen ve hatta bazı imamlar nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimât ve harekât eksik olmuyor. Onun için, her vakit, her saat, her gün tecdid-i imana bir iht,iyaç vardır.”[3]
Her zaman “Lâ ilâhe illallah” kelimesiyle imanını taze tutan, Allah’a bağlılığını yenileyen, Yaradan’ı ile irtibatını tecdit eden kimseler, bütün bu farklı boyutlardaki olumsuz veya olumlu tavırlar ve haller karşısında, daima akıllı hareket etme kabiliyetlerini korurlar. Çünkü tazelenmek suretiyle ulaşılan her yeni iman; her yeni âlemin, her yeni girdabın, her yeni krizin, her yeni olumsuzluğun ve her yeni tersliğin anahtarı hükmüne geçer, her yeni hayata yeni bir nur getirir. Bu iman nuru her tersliğin ışığı ve her girdabın aydınlığı hüviyetinde tecellî eder.
Hattâ Mevlânâ bir hikâye ile anlatır bunu. Hazret-i Îsâ Rûhullah, hızlı hızlı koşar. Yanındaki kişi der ki:
“–Ey Rûhullah der, normal yürüyordunuz der, sizi böyle koşturan nedir?”
“–Yahu bırak ben kaçayım!..”
“–Yahu kimden kaçıyorsun, aslan mı var, kaplan mı var?”
“–Daha beteri var.”
“–Nedir daha beteri?”
“–Arkamda bir ahmak var, kalbi katı bir insan var ondan kaçıyorum.”
“–Ey Rûhullah. Sen, ölüye üfledin ölü dirildi. Şu ahmağa da okusana!”
“–Yok , ahmaklık bir hastalıktır. Ona belki 100 kere okudum hiç faydası olmadı.”
Demek ki gafleti bertaraf etmeyi bilenlerden olmak lazım.
Dipnotlar:
[1]- Müsned ,c. 2, s.359; et-Terğib ve’t- Terhib, c.2, s.415.
[2]- Feyzü’l- Kadir, c.2, s.403. (h:1957).
[3]- Mektubat, s.319. (26. Mektub, 4. Mesele)