"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kahve muhabbeti

Havva KÜÇÜK KONUR
26 Haziran 2021, Cumartesi
İki katlı cumbalı evlerin, Arnavut kaldırımların, şerbetçilerin, yoğurtçuların dar sokakları hareketlendirdiği günlerin ikindi sükûnetinde, bir tat dokunuyor damağımıza.

Acı, kekremsi ve belki de dimağımızın her hücresine kendini ezberlettiren bir tat bu. Şimdilerde pekçok şeklini bildiğimiz ve tükettiğimiz kahvenin, Türk kahvesi olma yolculuğu biraz uzun. Rivayetler muhtelif olsa da, her hikâyede göze çarpan birşey var ki, o da pekçok zahmetin izlerini taşıdığı.. Osmanlı gibi zarif bir medeniyetin, dar sokaklarını, huzurlu mekânlarını ve sadeliğinin içindeki zenginliğini düşündüğümüzde, kahveyi nasıl Türk kahvesi yaptığımızın ipuçlarını bulmak mümkün. 

Ve aslında devlet olma bilincinin asırlarca süren hükmünün altında, bu sükûn medeniyetinin olduğunu anlamak için, sadece kahve kültürüne bakmak bile yeterli olacaktır. 

Dar sokakların, sakin mahallelerin kendi huzur ve sükûnu içerisindeki komşulukların, muhabbetinin kıvamını arttıran bir içeceğidir kahve. Bize ilk nasıl gelmiş, ne zaman gelmiş diye soracak olursanız, sizi uzun uzadıya biyografik bilgilerle sıkmayacağım, ama Kanunî döneminde iki Arap kardeşin getirdiğini ve dükkânlarında ikram ederek, önce İstanbula, daha sonra da bütün Anadolu’ya yayıldığını da söylemeden geçemeyeceğim. Kahve ilk çıktığı zamanlarda, erkekler onu kahvehane adı verilen, -ki kahvehane adı da oradan gelmiştir- hem kahve içilip hem de sohbet edilen mekânlarda içerken, hanımlar da evlerde, kendi akranları ve komşularıyla birlikte iken tüketir olmuşlar. Bir süre sonra bu eşsiz tada o kadar alışılmış ki, Ebussuud Efendi’nin “kömür kıvamında yakılarak içilen içecekler caiz değildir” fetvası bile durdurmamış kimseyi. Selâmlıklarda ağırlanan misafirlerin, sofada oturan komşuların yegâne içeceği olmuş. Günümüze gelene kadar, gerek konumu, yapılış tarzı, gerekse sunumu itibariyle pek de değişmediğini düşünürsek, kahveye olan hürmet, her daim devam etmiş. Çünkü kahve, belki de tarihteki nazenin gelişinden olsa gerek, çay gibi kalendermeşrep olmamış. Kahve herkesle içilmemiş bu yüzden, her yerde yapılmamış, herkese buyur edilmemiş. Kendine özgü olmuş, özel ve muhabbeti koyulaştırabilmiş kişilerin ulaşabildiği bir ödül gibi olmuş. Koyu muhabbete koyu kahve gibi. Öyle ki, bir fincan kahvenin damak zevki bir kaç dakika sürse de, hatırı kırk yıl devam eder.

Bir diğer özelliği de sunumudur ki diğer milletlerin aksine hep büyük bir heyecanla takdim edilmiştir kahve. Pişirilişinden sunumuna, ikramına, hatta içildikten sonrasına kadar bile, bir tören havasındadır. Cezvede pişirilen ve telvesiyle ikram edilen Türk kahvesi, bu özelliğiyle diğer milletlerin kahve kültüründen ayrılır. 

Çünkü dünyada sadece Türkler kahveyi telvesiyle içer. 

Osmanlı’da bu kahve ikram etme töreni için en zarif ve değerli sitiller, fincanlar, zarflar ve puşideler kullanılırdı. Kahve sunumunda altın ve gümüş işlemeli sitil puşidesi denilen kahve örtüleri, gümüş ve tombaktan yapılmış sitil takımları, elmas, yakut ve incilerle süslü fincan zarfları kullanılırdı. Kahve ikramından önce misafirlere tatlı olarak reçeller, koyu şerbetli tatlılar veya çevirmeler sunulurdu. Kahve ile beraber ise misket üzümü, menekşe, gelincik, meyan kökü, demirhindi gibi farklı çiçek, baharat, kök ve meyvelerinden yapılmış şerbetler ve gül suyu ikram edilirdi.

Bir başka hususiyeti de su ile birlikte ikram edilmesiydi. Şu anda da hâlâ sürdürdüğümüz bu sunum, önce mi içilir, sonra mı içilir, neden ikram edilir sorularını da beraberinde getirmiştir. Bu sorularla ilgili farklı söylenenler vardır. Bunlardan bir tanesi ve belki de en kabul göreni ise, aç olup olmadığını söyleyemeyen misafirin tavrını gözlemek içindi. Misafir önce su içerse aç demekti. Ev sahibi de hemen sofra kurdururdu. Eğer su kahveden sonra içildiyse, tatlı sohbete ve muhabbete geldiğine hükmedilirdi. Bir başka sebebi de ağızda kalmış bütün tatları arındırmak ve kahveye hazır hale getirmek için su içilmesiydi.

Farklı tadı, aromatik kokusu ve kendini özleten dokusuyla Türk kahvesi, kız isteme törenlerinde de başrolü oynar. İçirilen tuzlu kahvelerin ceremesini, içebilen damat adaylarından dinlemek lâzım, ama işin lâtifesi, rengi, belki de anılacak hoş bir muhabbet sebebi olması da kahvenin bize kattığı güzelliklerden olsa gerek.

Muhabbetinizin telvesi, kahvenizin kokusu eksik olmasın..

Afiyetle...

Okunma Sayısı: 2236
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı