Hayâ yani utanmak, insanda fıtrî bir duygudur.
Ve hadiste de ifâde edildiği gibi: “Hayâ, utanmak Îmandandır.” Fakat; cehâlet, işlenen günahlar, güzelliği göstermek için müstehcenliği seçip açılıp saçılmak, kebâir, görenek tiryâkiliği ve taklit utanma duygusunu yok ediyor.
Bu bakımdan Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem, “Geçmiş peygamberlerin sözünde hiç noksansız insanların eriştiği haberlerden biri de: UTANNMADIKTAN SONRA DİLEDİĞİNİ YAP! İSTEDİĞİNİ SÖYLE! sözüdür.
Fıtratı ve sâfiyeti müstehcenlik ve günahlarla bozulmayan insanın, hal ve sözleri edeplidir. Kılık ve kıyâfeti sünnete uygundur. Konuşmaları, davranışları ve tesettürü edebe aykırı değildir. Niyetiyle, hayâsıyla, utanmasıyla, ciddiyetiyle ve vakarıyla hayırlara vesîle olur. Takvâ ve tesettürü ile başkalarına örnek olur.
“Rabbim beni terbiye edip edeplendirdi ve terbiyemi ne güzel yaptı.” diyen Resûl-i Ekrem Sallallâhu aleyhi ve sellem başka bir hadislerinde de: “Hayâ, utanmak ancak hayır getirir.” buyurmuştur.
Hikmet kitaplarında: “İnsandaki vakar, ciddiyet ve sükûnet hayâdan, utanmadan neşet edip çıkar.” yazılıdır. Yine peygamberimiz, “Hayâ yani utanma duygusu; gerek fıtrî, gerek îmanî olsun, ister Allah’tan korku olsun, ister kuldan utanma eseri ârız olsun hepsi hayırdır.” buyurmuştur.
Ebû Sa’id-i Hudrî de peygamberimizin hayâ ve utanma duygusunu şöyle anlatmıştır: “Resûlullah, harîm-i ismetinde işiyle meşgul olan genç kızdan daha sıkılgandı.”
Şâir de:
“Girdim ilim meclisine eyledim talep./ Dediler ilim geride, illâ edep illâ edep!” demiştir. İşte bu bakımdan medreselerimizin giriş kapısına: “EDEB YÂ HÛ!” yazılmıştır. Edeb ve hayânın bütün çeşitleri şefkatli ve edepli nebîmizin ahlâkında cem’ edilmiştir.
Çünkü, “Sünnet-i Seniyye edebtir. Hiçbir meselesi yoktur ki, altında bir nûr, bir edeb bulunmasın.” (Lem’alar, s.59)
Îman, istikâmet, ihlas, takvâ, edeb, hayâ, Kurân ve sünnet üzere kalınız.