Okumak, anlamak, yaşamak.
Bizi hakikate götürecek yolun üçlüsü diyebiliriz. Kabul edip dikkatlice okumak, aklen kalben ruhen hissemizi almak ve hakikatleri hayatımıza yansıtmak. İşte bizi istikamette tutacak mükemmel bir yol.
Okumak, insanı erdemliğe ulaştıran bir vasıftır. İnsan okuyarak tazelenir, yenilenir. Okuma tefekkürü, insanın düşünce ufkunu genişletir. Risale-i Nur hizmeti de okuma mihveri üzerine kurulmuştur. İman hakikatlerini anlatan eserleri tekraren okumak kayıp olmadığı gibi, bilakis hakikatlerin hayatımıza yerleştirilmesinde tesis vazifesi görmektedir. Zübeyir Gündüzalp’in dediği gibi “Tuğlaları üst üste koymak tekrar değil, tesistir.” Bu sebeple bizi günahlardan alıkoyacak, ahir zamanın fitnesinden kurtaracak, baki güzellikleri hatırlatacak eserleri devamlı okumaya ihtiyacımız var.
Bir de anlamadan okuma meselesi var. Risale-i Nur’u okuyorum ama anlamıyorum diyenleri duyar gibiyim. Evet herkes her meselesini tam anlayamıyor ama hissesiz de kalmıyor. Neticede asrın tüm sorunlarına çareler sunan cihanşümul bir eserden bahsediyoruz. “Risale-i Nur, imanî meseleleri lüzumu derecesinde izah etmiş. Risale-i Nur’un hocası, Risale-i Nur’dur. Risale-i Nur, başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidadı nisbetinde kendi kendine istifade eder. Aklınız herbir meseleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdanınız hissesini alır. Ne kadar istifade etseniz, büyük bir kazançtır.”1
Hem sadece akla da hitap etmiyor. “İman yalnız ilim ile değil; imanda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlimle gelen mesâil-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis, ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa noksandır. İşte, Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin Râzî’ye bu noktayı ihtar ediyor.”2
“Bir hakikat bütün bütün anlaşılmazsa, onu bütün bütün terk etmek caiz değildir. Ondan alınan hisse -velev ki- yetersiz ve kemal manada noksan olsa bile, onunla olan alakadarlık sürdürülmeli, koparıp atılmamalıdır.” Bediüzzaman’ın bu ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, bir kişi okuduğu bir meseleyi anlamadığı takdirde, okumayı terk etmemeli, sabır ve teenni ile okumaya devam etmelidir. O büyük ders-i Kur’aniyenin nurundan istifade etmek için azami gayret gerekir. Aksi halde o büyük marifet ve hakikat derslerinden mahrum kalır.
Ancak, her ilim gibi iman ilmini öğrenmek de ciddi gayret istiyor. Risale-i Nur’dan istifade etmek için de bazı yöntemleri tatbik etmek gerekiyor. Okumak ama nasıl okumak? Zübeyir Gündüzalp, bunun şifrelerini bize veriyor: “Tenkit için okur, istifade edemez. Başkası için okur, istifade edemez. Kendi nefsi için okur, istifade eder. Hizmet için değil, nefsimi ıslah için okumalıyım. 180 değil, 1080... (defa okunsa yine az.) Az da olsa devamlı okumak. Daima okumak. Dem ve damarlarımıza karışacak derecede okumak. İstidatları inkişaf ettirmek için çok okumak. Satır satır, kelime kelime okumak.”
Velhasıl, bu asırda en yüksek bir hakikat-i Kur’aniye, en büyük bir ders-i imaniye olan Risale-i Nur’un dimağlarda yerleşmesi ciddi bir gayret, büyük bir dikkat ister. Bunun yolu ise devamlı okumak, mütalaa ve müzakere etmekten geçer. Bu noktada vazifemiz okumak, okumak, okumaktır. Sonra okuduklarımızı hayatımıza dokumak, ihlas ve istikamet üzere yaşamaktır.
Dipnotlar:
1) Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya, s.723 2) Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya, s.318