Kimi dinini yaşar, kulluk görevini yerine getirmeye çalışır. Kimi dini yaşarken, ayrıca başkasına da sevdirme çabasını gösterir; böylelikle Allah’ın rızasını kazanır. Kimi de var ki, kendince dinin icaplarını yerine getirmeye çalışırken, son derece itici olan söz ve davranışlarıyla nice bîçare insanı dinden soğutur.
İşte bu son kısımdakiler, çok ağır bir vebâlin altına girmiş oluyor. Başkasını dinden soğuttuğu ölçüde, öbür tarafta yanacak demektir. Şüphesiz bu dünyada da bedbaht olup, yaptıklarının muhasebesini yaptıkça vicdan azabı çekerler.
Dinin mukaddes değerlerini dünyaya, siyasete, ticarete, şöhrete âlet edenlerin çoğu, ne yazık ki bilerek-bilmeyerek, imanı zayıf olup dinî bilgisi yetersiz durumdaki insanları dinden soğutarak onların günahına giriyorlar.
Evet, geçici dünya menfaati uğruna “dine aleyhtarlık meyli”ni uyandırmanın günahı, vebali pek ağırdır. Bu feci hali, bugünkü bazı siyasetçilerin davranışlarında görmek son derece üzücü bir durum.
*
Dinden soğutulanlar ve dine aleyhtarlık meyli içine sokulanların durumunu düşünmek lâzım. Bu türden insanlar kimin işine yarıyor? Acaba, kimler onlardan istifade ediyor?
Elcevap: Hiç şüphesiz, pusuda bekleyen din ve İslâmiyet düşmanları... Onların işine yarıyor. O muarızlar güruhu, dağınık haldeki kuvvetlerini birleştirip harekete geçmek için âdeta fırsat bekliyorlar. O fırsatı buldukları anda saldırıya geçiyorlar. Böyle yapmak, esasen onların tabiatında var. İnsî-cinnî şeytanlar, elbette şeytanlığını yapacak.
Ne var ki, böylesine azim bir günaha sebep olanlar da, şüphesiz aynı günahın ortakları ve hissedarları durumuna düşüyorlar.
Demek ki, burada önemli ve öncelikli olan, başkasını yargılamak-sorgulamak değil, evvelâ ve bizzat kendi nefsini hesaba çekmektir. Yani, mühim olan, inanan insanların öncelikle kendisinin ne yaptığı ve nasıl hareket etmesi gerektiği hususudur.
*
Bu meselede en büyük vartalardan biri şudur: Kişinin kendisi şuurlu değil iken, kendi aile efradına sözü geçmez ve çekirdek aileye çeki-düzen vermekten âciz iken, o tutar siyaset yoluyla umum memlekete çeki-düzen vermeye kalkışır. Yani, kendince din adına siyasete soyunur, bir an evvel vazife başına geçmeye çalışır.
Sünûhat isimli eserinde bu hayatî noktaya dikkat çeken Üstad Bediüzzaman, siyaset meydanına atılmak isteyen dindarlar için, “olmazsa olmaz” kat’iyetinde şu tenbihatta bulunur: “Fakat, kat’î bir şart ile ki, muharrik (hareket noktası), aşk–ı İslâmiyet ve hamiyet–i diniye olmalı. Eğer muharrik veya müreccih (öncelikli tercih), siyasetçilik veya tarafgirlik ise, tehlikelidir.” (Age: 65)
Hemen ardından “İsabet de etse, mes’uldür” diyerek, tehlikenin nihaî sınırına işaret eden Bediüzzaman, siyasetçilik ve tarafgirlik sâikasıyla en büyük bir tehlikenin de “dine aleyhtarlık meyli”nin uyanıp kuvvet bulması ihtimalinde olduğunu hatırlatır.
Son söz: Üstad Said Nursî, dine muarız kimseleri tahrik ile onları “tecavüze sevk etmenin” müsbet ve akıllıca bir siyaset tarzı olmadığını, hatta bunun da bir “menfi siyaset” tarzı olduğunu ayrıca hatırlatır.

(Foto kaynak: Notre Abidjan, sayfa: 192)
GÖZLEM:
BİLEK GÜCÜYLE DEMİRYOLU İNŞAATİ
Fildişi Sahili’nin 5-6 milyon nüfuslu Abidjan şehrinde tek raylı bir demiryolu hattı var; ancak, metro hattı yok, tramvay hattı yok, banliyö hattı yok, trenle yolcu taşımacılığı yok.
Mevcut demiryolu hattı, Fransız sömürge rejimi bitiminden 3 yıl evvel, yani 1957’de inşa edilmiş. İnşasında da daha çok insan gücü kullanılmış. Son derece düşündürücü olan şu fotoğraf birçok şeyi de gözler önüne sermekte.
Araştırıp öğrendiğimiz kadarıyla, Abidjan şehri için bir master plan hazırlanmış. Yakın zamanda esaslı bir metro hattının ve şehirler arası çalışacak bir demiryolu hattının yapılmasına başlanması bekleniyor.