"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Nurları sıradanlaştırma çabası (7)

M. Latif SALİHOĞLU
11 Şubat 2012, Cumartesi
Nur'un sâdık talebeleri, tahrifat furyası karşısında metanetle durup omuz omuza verdiler; hakkın hatırını âli tutmak adına, bu furyanın önüne ittifakla set çektiler. Yaşanan bu hadise, "Hak şerleri hayreyler" hükmünü bir kez daha tecelli ettirdi.

Kısa kısa

Bazı yayınevleri tarafından, kalem karıştırmak sûretiyle muhtevasını değiştirdikleri Nur Risâlelerini yine aynı orijinal isim ve imza ile basarak piyasaya sürdüler.
Bunu mukabil, Bediüzzaman'ın hizmetkârları ile Nur'un sâdık talebeleri harekete geçerek, özetle şunu söylediler: Bu yaptığınız yanlış. Zira, muhtevadaki orijinaliteyi bozduğunuz halde, bastığınız kitabı yine orijinal ismiyle ve Bediüzzaman'ın imzasıyla piyasaya sürüyorsunuz. Böyle olmaz. Bunu yapmaya hakkınız yok. Gelin, ya bu işi yapmaktan vazgeçin, ya da muhtevasını tahrif ederek bastığınız eserlerin orijinal ismini ve üzerindeki imzayı da değiştirip öyle neşredin.
Risâleleri tahrif ederek piyasaya sürenler ise, vazgeçmek yerine yaptıklarını savunmaya geçtiler ve "Bu eserler daha kolay anlaşılsın, daha çok kimse okuyup istifade etsin" diye, bir nevî "iyi niyet" izhârında bulundular.
Oysa, her iyi niyetten iyi netice çıkmaz.
Kaldı ki, Risâleler zaten sadedir, arıdır, durudur... Buna sadeliğe ilişerek safiyeti bozanlar, sadeleştirmek bir yana, tam aksine kafa midesini bulandırmaktan ve ortalığı karıştırmaktan başka iş yapamazlar.
Evet, bir müellifin arzusunun tamamen hilâfına gidilerek yapılan işin, hakikatte iyi niyetle de bir münasebeti kalmaz.
İşte, bu meyanda bir haftadır sıralamış olduğumuz delil ve izâhlara ilâveten, kısa, veciz birkaç iktibası daha takdim ederek, şimdilik bir nihayet verelim.

Risâle–i Nur'dan pasajlar

Kur'ân'ın hakaik–i i'câzını ben güzelleştiremedim, güzel gösteremedim. Belki, Kur'ân'ın güzel hakikatleri benim tabiratımı da güzelleştirdi, ulvîleştirdi. (Mektûbat, s. 359)
* * *
Kur'ân'ın bir nevî tefsiri olan Sözlerdeki hüner ve zarâfet ve meziyet kimsenin değil, belki muntazam, güzel hakaik–i Kur'âniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûp libâsları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki, öyle ister. Ve bir dest–i gaybîdir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise, içinde bir tercüman, bir hizmetkârız. (Mektûbat, s. 372)
* * *
Kalbe fıtrî bir surette gelen hatıratı, san’atla ve dikkatle bozmamak için yeniden tedkikata lüzum görmedik. (25. Lem'a'dan)
* * *
Fıtrî bir surette bu lem’a tahattur ettiğinden, Altıncı Mertebede iki devâ yazılmış. Fıtrîliğine ilişmemek için, öylece bıraktık. Belki bir sır vardır diye değiştirmedik. (Age)
* * *
Hem, benim tarz–ı ifadem, bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teennî ister. Belki bunun da bir faydası, bir hikmeti var... (Emirdağ Lâhikası, elyazma, s. 661)
* * *
Kahraman Zübeyir'in Necip Fazıl'a mektubundan: Risâle–i Nur'a hüsn–ü niyetle konulan kelimeler, bembeyaz ipekli bir elbise üzerine yamanmış koca parçalar gibi nazara çarpıyor. Siz de takdir edersiniz ki, Risâle–i Nur'a kalem karıştırmak, bilhassa ve bilhassa o şekli aslı imiş gibi neşretmek, bütün bütün hatalı ve yanlış oluyor. Tanıyan idrakli gençlik tarafından aşk derecesinde sevilen latîf, zarîf ve müstesnâ üslûbu alt üst ediyor."
* * *
Muh. Abdülkadir Badıllı'nın ifadeleri:
Evet, Nurların, rastgele bazı kitaplara kıyasla sadeleştirilmesi demek; taşımakta oldukları nûraniyet, câzibiyet, asâlet, hulûsiyet, ulviyet, samimiyet, ma’rifet... gibi pek yüksek hasiyetlerinden soyunması demektir. Ehl–i feraset ve basiret ve erbâb–ı irfân bu cinayetten Allah’a sığınması lâzım.
* * *
Milâslı Halil İbrahim'in Emirdağ Lâhikasındaki (s. 87) mektubundan:
Risâle–i Nur, Kur’ân–ı Mu’cizü’l–Beyan’ın taht–ı tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur.
Kur’ân–ı Mu’ciz–ül Beyan’ın ‘Vemâ erselnâ min rasûlin illâ bilisâni kavmihî’ kavl–i şerifinin îma ve işâratından, şu devrede Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa, Risâle–i Nur, Türkçede, lisân üzerinde de imam olacağına; yâni yarın hâlis Türkçe olan Risâle–i Nur’un kesb–i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret–i Kur’âniyedendir demiş olsam, hatâ etmemiş olurum zannederim.
* * *
Denizli Kahramanı Hasan Feyzi'nin Konferans Risâlesindeki mektubundan bir parça:
Ey Risâle–i Nur!
...Yüzündeki fesahat ve özündeki belâgat ve sendeki halâvet başka eserlerde görülmüyor. Ehil ve erbabına malûm olduğu üzere: Âyât–ı Beyyinât–ı İlâhiyenin türlü kıraat ile hikmet ve hakikat ve marifet ilimlerini ve daha birçok rumuz ve esrar ve işaret ve ulûm–u Arabiyeyi hâmil olduğu gibi, sen dahi birçok yücelikler, sahife ve satırlarında, hattâ kelime ve harflerinde talebelerini hayret ve dehşetlere düşüren birçok esrar ve ledünniyât taşıyorsun.
İşte bu hâl, senin bir Mu’cize–i Kur’ân olduğunu isbat ediyor.
Öyle yazılmış ve öyle dizilmişsin ki, insanın baktıkça bakacağı, okudukça okuyacağı geliyor. En âlî bir taleben senden feyiz ve ilim ve irfan aşkı aldığı gibi, en avam bir taleben de yine senden ders duygusunu alıyor. Sen ne büyük bir eser, ne tatlı bir kevsersin.
Bu hâlin, Türkçemize büyük bir kıymet ve tükenmez bir meziyet bahşediyor. Senin ulviyet ve kerâmetin, Türk dilini bütün diller içinde yükseltiyor. Kur’ân’dan maada hiçbir kitaba ve hiçbir kavmin lisanına sığmayan bu kadar yüksek asâlet ve fesâhati seninle dilimizde görüyoruz.
...Sen bir şiir–i destanî değilsin. Fakat o kadar fasih ve beliğ ve edalı ve sadâlı ve nağmeli yazılmış ve bütün harflerin birbirine dayanarak kelime ve kelâmların, siyak ve sibak, intizam ve insicam ile dizilmiş ve bunlar birbirine o kadar kuvvet ve kudret ve metanet vermiş ki; mensur ve Türkî ibareli olduğun halde, yine mislin getirilemez.
Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisân üstüne bağdaş kurup oturmaktadır.
Hele o güzel teşbih ve tâbirlerin bir misli, bir daha bulunup söylenemez. Sendeki mukayese ve muhakemelerin, vak’a ve temsillerin bir benzeri ve bir nazîri bir daha getirilemez.
Kur’ân–ı Arabî’den Türkçe Sözlere akan ve bugün öztürkçeden fışkıran bu feyiz ve bu nurlar, kalblerde senin bir nümune–i kudret ve nişane–i rahmet olduğuna hiçbir rayb ve güman bırakmıyor. Sen, âyine–i idrâke cilâ ve âlem–i kalbe safa ve ruh–u revâna gıdasın...

Okunma Sayısı: 1314
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı