Ankara’nın hükümet merkezi, yani Türkiye’nin yeni başkenti olmasına, bundan 98 sene evvel bugün (13 Ekim 1923) karar verildi.
Cumhuriyet’in ilân edilmesine yaklaşık iki hafta kala toplanan Millet Meclisi, Türkiye’nin yeni başşehrinin neresi olacağını görüştü. Görüşmeler esnasında, Ankara’nın yanı sıra, Kayseri, Sivas ve Konya gibi Orta Anadolu şehirleri üzerinde de duruldu.
Zira, bu şehirler de hem güvenlik açısından, hem de tarihî ve kültürel misyonları itibariyle önemli birer merkez hükmündeydi.
Bilhassa Selçuklular döneminde devlet merkezi olma hüviyetini taşıyan bu şehirler, Anadolu’nun düşman işgalinden kurtarılması esnasında da son derece güvenilir ve mukavemetli birer merkez olma özelliğine sahip olmuşlardır.
Ne var ki, Meclis’teki mebusların çoğunluğu Ankara’yı tercih etti. Dolayısıyla, burası yeni Türkiye’nin resmî başşehri olmasına karar verildi.
*
İstanbul dışındaki bir merkezin başşehir yapılması hususu, tâ Meşrûtiyet günlerinde de tartışmaya açılmıştı. Özellikle de, Balkan Savaşı’nın mağlûbiyetle neticelenmesi (1912) ve Edirne’nin de kaybedilmesinden sonra.
O tarihlerde Türkocağı kurucularından olan Ahmet Ferit, İstanbul’da çıkan İFHAM isimli gazetede “Kostantiniye’den Osmaniye’ye” başlıklı bir yazı yazarak, bu meseleyi tartışmaya açtı. Onun teklif ettiği yer, Adana ve Kayseri yakınlarındaki Osmaniye şehridir. Çünkü, İstanbul artık ciddî bir tehlike altındadır.
Alman yanlısı bazı İttihatçıların tercihi ise, Konya, Sivas, Şam ve Halep gibi şehirler idi.
*
Kayseri’nin yeni başşehir olması hususu, İstiklâl Harbi’nin en kritik aşamasında da gündeme getirilmişti.
Hatta, Yunan ordusunun Polatlı’ya kadar ilerlediği 1920 yılı sonlarında, Ankara’da bulunan bir kısım hükümet evrakı ve hatta bazı resmî birimler demiryoluyla Kayseri’ye taşınmıştı.
Ancak, 1921 yılı başlarında Yunan kuvvetlerinin peşpeşe almış olduğu mağlûbiyetlerden sonra geri adım atması üzerine, Ankara rahat bir nefes aldı ve Kayseri’ye gönderilen evraklar tekrar geri getirtildi.
*
Ankara’nın, İstanbul’dan sonra yeni Türkiye’nin yeni başkenti olmasına dair 13 Ekim 1923 tarihli Meclis kararı, hemen her yıl dönümünde âlâ-yı vâlâ ile konuşulurken, her nedense bu meselenin serencâmından pek söz edilmiyor. Neden acaba?
Tarihî hadiseleri, yine tarih seyri içinde bilmenin, öğrenmenin, öğretmenin acaba ne gibi bir sakıncası var?
Gerçekte, herhangi bir sakınca yok. Ama, bir kısım resmî tarih goygoycuları bunu istemiyor; sadece ezberletilmiş olan resmî bilgileri ile yetinilmesini istiyor.
Günümüz ve istikbal nesli müsterih olsun ki, bundan böyle gerçek tarih de konuşmaya ve konuşturulmaya devam edecektir.