Birinci Dünya Harbinin (1914-18) en ağır faturasını İslâm ve Osmanlı tarafı ödedi.
Böyle bir netice başlangıçta hiç hesapta görünmediği halde, zalimane ve hainane işleyen dessas “İngiliz siyaseti” sayesinde, Osmanlı Devleti, tarihin en ağır yenilgisini, en büyük kaybını yaşamış oldu.
İkinci Dünya Harbi ise (1939-45), Türklerin ve Müslümanların dışınca cereyan etti. Yüz milyona yakın can kaybına yol açan bu harp, Avrupa zalimleri ile onların müttefikleri arasında yaşandı. Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de yer alan bir tesbite göre, Cenâb-ı Hak, o harp ile “çattırdı kuduzu kuduza.”
İki taraf da zalim ve kuduruk olduğuna göre, onlardan birine taraftar olmak, onların günahına ortak, zulmüne şerik olmak anlamına geldiği için, Üstad Bediüzzaman, zararlı yere harp boğuşmalarını merak takip edilmesini doğru bulmuyor ve kendisi de yakından takip etmiyor. Zira, burada terazinin her iki kefesinde de zalimler var, kâfirler var, mazlumların kanını döken müstebit gaddarlar var.
★
Bediüzzaman Hazretleri, II. Dünya Harbinin bütün şiddetiyle devam ettiği yıllarda Kastamonu’da yaşıyor. Onun gerek talebeleri, gerek başkası ve gerekse manevî cânipten harp boğuşmalarını takip etmemesini merak edip sebebini soruyorlar.
Üstad Bediüzzaman’ın, Kastamonu Lâhikasında yer alan bazı mektuplarla farklı cihetlerden gelen mevzuya dair suâllere cevap verdiğini görüyoruz. Misâl, 99. Mektupta şunları ifade ediyor:
“Bugün namazda ve tesbihatında iken manevî tarzda denildi ki: ‘Küre-i arzda çarpışan, mücadele eden cereyanlardan herhalde birisi İslâmiyete ve Kurân’a ve Risale-i Nur’a taraftar olacak. Bu noktadan, ona karşı bakmak gerektir. Bakmamak için 1-2 mektupta yazdığım sebepler, çendan kalbe-akla kâfidir; fakat meraklı ve hevesli olan nefse kâfi gelmiyor’ diye kalbime geldi.
“Aynen tesbihatta ihtar edildi ki: Ehemmiyetli sebebi ise, bakmakta bir tarafa tarafgirlik hissi uyanır. Tarafgir nazarı, taraftar olduğu taraf cereyanın kusurunu görmez, zulmüne rıza gösterir, belki alkışlar. Halbuki, küfre rıza küfür olduğu gibi, zulme razı olmak dahi zulümdür. (...) Risale-i Nur Şakirdleri gibi hakikat-i Kurâniye ile meşgul adamlar, zaruret olmadan lüzumsuz, yalnız hevesli bir merak için lüzumsuz bakmak ve zalimâne tahribatlarını alkışlamak suretiyle İslâmiyet ve Kurân lehine hizmet edeceği o cereyanın harekâtını fikren takip etmekle meşgul olmak münasip olmadığı için, nefis de, akıl ve kalbe tâbî olup merakını bırakmış diye anladım.”
★
Bu ikinci büyük harpte İslâmiyete taraftar olan Nazi Almanyasıdır. Alman ve İtalyan orduları Yunan ve Bulgar’ı işgal edip Trakya sınırımıza kadar geldikleri halde, bize zarar vermediler. Yani, onlar bize taraftar; ama, biz onlara taraf olamayız. Çünkü, onlar da diğerleri gibi mazlumların kanını dökerek zulme girdiler. Hele, Rusya’da şiddetli kışta sivil kesimin başına bomba yağdırmasıyla perişan edilmelerine üzülen Hz. Bediüzzaman, “rikkat-i cinsiye” ile oradaki çoluk-çocuğun hâline ağladığını beyan ediyor.
O dönemdeki Türkiye yöneticilerinin de basiretlerinin bağlandığına işaret eden Bediüzzaman Said Nursî, İngiliz’e taraf olmak yerine “bîtarafâne” kalmalarının, zahiren herkes için daha faydalı olacağına şu ifade ile işaret ediyor: “Bîtaraf kalıp, (Birinci Harpte) giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyâset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken, şüpheli, dağdağalı, faydasız bir düşmânâ (İngiliz) taraftarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhi insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti...” (Kastamonu Lahikası: 39)
★
Evet, demek ki, birbiriyle çatışan-boğuşan iki zalimden birine taraf olunmaz ve olunmamalı.
Kastamonu Lahikası’nda yer alan konuya dair uzunca ve detaylı bir mektupta da ifade edildiği gibi, İkinci Harpte çatışan taraflardan birinin zulmüne değil taraftar olmak, meyletmek dahi büyük tehlike arz ediyor; zira, tarafgirleri işlenen zulme şerik ederek onları ağır bir vebâlin altına sokuyor. (Meraklılar için mektup numarası: 123)