Asr-ı Saadet, Peygamber Efendimiz’in (asm) yaşadığı, kâinatı saadetleriyle aydınlattığı mutluluk devridir.
Asr-ı Saadet, âlemlere rahmet olarak gelen ve Peygamberlik güneşinin en son ve en şaşaalı tecellisi olarak karanlıkları nura, dalâlet ve inkârı hidayete, zulüm ve haksızlıkları adalete tebdil etmiş bulunan o Büyük Zatın (asm) inkılâbına sahne olan zaman dilimidir.
Asr-ı Saadette Kur’ân’ın Nurunun Suâları altında kalp katılıkları yerini merhamete terk etmiştir. Kin, düşmanlık, terör yerini kardeşliğe bırakmıştır. Menfaatler uğruna işlenen cinayetler, yerini başkalarını nefsine seve seve tercih edecek kadar yüksek fedakârlıklara terk etmiştir. Yardımlaşma, dayanışma, paylaşma sosyal hayatı şekillendirmiştir.
BENCİLLİKTEN BAŞKALARI İÇİN YAŞAMAYA
Asr-ı Saadet, iki cihan güneşi Peygamber Efendimizin (asm) nuruyla insanlığın önünde, medeniyete, kemale, refaha ve ebedî saadete açılmış pırıl pırıl, ışıl ışıl bir saadet kapısıdır…
Asr-ı Saadetin nuru Efendimiz (asm) ve Kur’ân’dır. Tahkik mesleği gereği ‘hayali Ziyaeddin-i hakikî Ziyaeddin’ dengesini muhafaza ederek diyebiliriz ki; Saadet kapısından girerek o İlâhî nurun gösterdiği yolda yürüyenler, o nuru yaşadıkları çağın insanlarına gösterenler, Asr-ı Saadet Müslümanı olmaya namzettirler.
SAHABE MESLEĞİ
Bizden önce yaşamış ümmetlerin geçirdikleri zamanın tamamı bir gün içinde sabahtan ikindiye kadar geçen zamana; bu ümmetin yaşadığı zaman ise ikindiden akşama kadar geçen vakte benzetilmiştir. Kıyametin yaklaştığı zamana da aynı şekilde “Âhir zaman” denilmektedir. Bu zamanın kesin olarak ne zaman başlayacağı da belli olmadığı için sadece bu döneme yakın bazı belirgin alâmetlerin görüleceği ifade edilmiştir. Beşinci Şuâ’da Bediüzzaman Hazretleri kıyametle ilgili müteşabih hadisleri asrın idrakine uygun olarak şerh ve izah etmiştir. O’nun mesleği sahabe mesleği idi.
İLÂHÎ VAZİFE
Bir Asr-ı Saadet Müslümanı olan Bediüzzaman, İlâhî rahmetin kendisine önemli bir vazife yüklediğinin farkındaydı. “İ’cazı Kur’ân’ı beyan et!” hitabı vazifenin mahiyetini ve ağırlığını gösteriyordu. Bir ipek böceği sabrı ve sessizliği içinde kozasını örmeye başladı.
Kader ona dâvâ sahibi bir İmam olma yolunu da hapishanelerde açtı. 25 yıl mahkemelerde, imanı, İslâmiyeti, medeniyeti, hakkı ve hukuku savundu. Tartışmasız olarak zamanında en büyük müçtehiddi. Dâvâsını başarıya götürecek büyük bir dinamizme sahipti. Devrin idarecileri O’nu anlamayıp zulmettiyse de; zaman ve hadiseler Bediüzzaman’ı haklı çıkardı. Ve onun prensiplerinden ayrılmayan sadık talebelerini...
Ve Asr-ı Saadeti nefsinde yaşayan, Sahabe mesleğini günümüzde ihya eden, Peygamber varisi Bediüzzaman; zaman ve zeminin müsaadesizliğine rağmen dâvâsını ve talebelerini ‘sahil-i selâmete’ çıkarmayı başardı. İnsaf ile bakanlar bunu görüyor. Misal olarak Osman Yüksel ve Eşref Edip’in şu ifadelerine bir göz atmak kâfidir.
KENDİSİNİ ASR-I SAADET’TE HİSSETMEK!
“Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini adeta Asr-ı Saadet’te hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur… Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz bir şeye bağlanmak; her yerde hazır, nazır olana, Âlemlerin Yaratıcısına bağlanmak; o yolda yürümek, o yolun kara sevdalısı olmak… Evet, ne büyük saadet!” (Osman Yüksel)
*
Eşref Edip’in ifadeleri ise şöyle:
“Onun rehberi yalnız Kur’ân. Bütün feyiz ve zekâ kaynağı bu. Bütün o lem’alar, doğrudan doğruya bu kaynaktan nebean ediyor. Bir müçtehid, bir imam kadar rey sahibi. Kalbi bir Sahabî kadar imanla dolu. Ruhunda Ömer’in şehameti var. Yirminci asırda Devr-i Saadeti nefsinde yaşatan bir mü’min. Bütün hedefi iman ve Kur’ân.”
Ne mutlu nefsinde Asr-ı Saadeti yaşayabilenlere!