Tuhaf zamanlardan geçiyorduk. Hayatta bir duruşu olmalıydı insanın.
Zalime karşı şiddetli ve izzetli, mazluma karşı şefkatli ve merhametli... İnsanlık onurunu yücelten, diklenmeden dik duran güzel insanlara, her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardı.
Bir insanın duruşu, davası, sevdası yoksa, pusulasız gemi gibi rüzgâra göre, menfaatine göre, hadiselere göre savrulacaktı.
Bir gruba, sınıfa ya da zümreye ait olmaktan çok, bir duruşunun olmasıydı insanı insan yapan, asil kılan. Bedeli yalnızlık olsa bile, yalnız ve heybetli duruş asil ruhları da harekete geçirecek, takdir edilecekti. Kimse görmese de, Rabbimiz görecekti elbet.
Zarif şairimiz Cahit Zarifoğlu: “Bir duruşu olmalı insanın; Bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı, bir davası olmalı...” diyor. Doğrularımızla dik durduğumuzda, ilk elde edeceğimiz iç huzurumuz olacaktı zira. Kendimize duyduğumuz saygı, kendimizle buluşmalarımızı daha da zenginleştirecekti. Zalime korku salacak, mazluma ümit olacaktı.
ZULÜM BİZDENSE...
Karınca misal zulüm ateşini söndürmeye çalışan nice isimsiz kahraman gibi, aktivist Ayşenur Ezgi Eygi’de, 6 Eylül’de İsrail keskin nişancısı tarafından şehit edildi.
Bu duruş, çok kimsenin aklına Rachel Corrie’yi getirdi. Gazze’nin Refah kentinde, 16 Mart 2003’te Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına karşı çıkan ve İsrail tarafından buldozerle öldürülen Rachel. “Zulüm bizdense, ben bizden değilim!” diyen duruşun sahibi.
Babası Craig Corrie ise, “Rachel’den bahsettiğimizde, hatırladığımız bence Rachel’in savunduğu insanî değerler ve üzerinde çalıştığı şeyler olmalı. O kendisinden çok Filistin halkının hatırlanmasını istiyordu.” diyerek ayrı bir duruş sergiliyor.
BİR DURUŞU OLMALI İNSANIN...
Tüm olumsuzluklara rağmen hiç bozulmayan... Yediği sert darbelerden etkilenmeyecek kadar sağlam ve kararlı bir duruş.
“Güneşi sağ elime Ayı da sol elime verseniz, vallahi ben bu davamdan vazgeçmem.” diyen Hz. Peygamber (asm) gibi. Yıldız misal ashabı gibi.
Kelebek zerafetinde olmalı hem de.. Kendisini taşlayıp kovanlar için bile “Allah’ım kavmimi bağışla! Çünkü onlar doğruyu bilmiyorlar, bilseler böyle yapmazlardı” diyecek kadar merhametli, rikkatli bir duruş.
Nebevî duruşu örnek alan kahramanlar tarihin şeref levhalarında yerlerini aldılar, alıyorlar. Hafızalar yoklandığında hatırlanacak yiğitler.
“DÜNYAYI BAŞIMA ATEŞ YAPSANIZ”
Bir Peygamber (asm) varisi mahkeme savunmasında haykırıyor: “Saçlarım adedince başlarım bulunsa, hergün biri kesilse, bu hizmet-i imaniyeden çekilmem. Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya eğmem!”
O Birinci Cihan Harbinde Gönüllü Alay Kumandanı olarak esir düştüğü Rusya’da moskof çarlığına karşı izzet-i İslâmiyeyi muhâfaza edip, kurşuna dizileceği hengâmda, “Ahirete gitmek için bana bir pasaport lâzımdı” diye ölümü istihkâr eden bir kahraman-ı İslâm... (Tarihçe-i Hayat, s. 607.)
Başkalarının günahına ağlayacak kadar güvercin duyarlılığında, şefkatli bir sultan ve onun takipçileri...
KUŞ ÖLSE DE...
Tuhaf zamanlardan geçiyordu ihtiyar dünyamız. İyilik ve kötülük, zulüm ve adalet, yiğitlik ve korkaklık mücadele hâlindeydi hâlâ. Ve... Doğumla ve ölümle iç içe olan hayat devam ediyordu. Geride kalan hoş bir sada ve asil bir duruştu.
Şair Füruğ Ferruhzad “Kuş ölür sen uçuşu hatırla” derken, başka bir şair ona nazire yazıyordu:
“Yiğit ölür, sen duruşu hatırla!”