Kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, ötekileştirici konuşmaların, yani kirli siyaset dilinin ülkeyi getirdiği nokta gerçekten üzücü ve endişe verici boyutlara çıktı.
Bu kirli siyasetin meydana getirdiği nokta, siyasetçilere yapılan saldıralar, liderlerin meydanlarda maruz kaldığı çirkin üslûpla eleştirilere kadar varırken, kimse bundan ders çıkartmıyor. Aslına bakılırsa ders çıkartmaya çalışan da yok, tersine bundan nemalanıyorlar. Seçmen kitlesi, yani taban bu tarz siyasetle diri tutulmaya çalışılıyor.
Oysa ki, bu dil ülkeye ve millete büyük zarar veriyor. Hemen her konuda bir kutuplaşma noktası bulunmak suretiyle insanlar yavaş yavaş birbirinden uzaklaşmaya, birbirini dinlememeye başlıyor. Ağzını açanın, fikrini söyleyenin hemen “hainlikle” suçlandığı, bir konu hakkında fikrini hürce ifade edemediği, konuşamadığı, tartışamadığı, fikir alış verişinde bulunamadığı, en başta da insanlarının birbirini dinlemediği bir dönem yaşıyoruz. Fikre saygı yok. Herkes kendi dediğini doğru kabul ediyor, birbirini anlamaya çalışmıyor.
***
BARİ ÇOCUĞU ÖRNEK ALIN!
“Bu nereye kadar gidecek? Bu kadar ayrışma ve kutuplaşma ülkeyi nereye götürecek?” soruları sorulurken Trabzon’da yaşanan bir olay bardağı taşıran son damla oldu. Erdoğan’ın konuşması sırasında kürsüye gelen ya da çıkartılan 9-10 yaşlarındaki bir çocuğun anamuhalefet liderine yakışıksız bir ifade kullanması endişeleri katbekat arttırdı.
Aslında çocuğun anlatmak istediği 10 yıldır hapiste olan babası için Cumhurbaşkanı’ndan yardım istemekti. Bunları “mikrofon”da söylenmesi istendiğinde sonradan pişman olacağı sözler söyledi. Sarf ettiği kelimeyi mitingi izleyen “teyzelerden” duyduğunu ve anlamını bilmediğini söylerken de, “Kelimenin anlamını bilmiyordum. Söylediğime pişmanım, kendisinden özür dilerim” diyerek pişmanlığını ifade etti.
Burada asıl üzerinde durulması gereken bu mikrofonun kendisine verilmesi ve bu yakışıksız ifadeleri söylerken, Bakan ve parti yöneticilerinin tebessüm etmesiydi.
“Çocuktur ne yapsa yeridir” sözünü hatırlamak gerekli mi bilemiyoruz, ama çocuk daha eline mikrofonu aldığında “Bay Kemal” dedikten sonra elinden mikrofon alınıp, “Biz siyaset yaparken rekabet içindeyiz. Bazen sert cümleler söylüyoruz. Bu ifadeyi kullandığın insan deden yaşında. Ayıptır. Bu sözler bir çocuğa yakışmıyor. Sen bizim geleceğimizsin, siyaseti siyasetçilere bırak” denilemez miydi? Böyle yapıldığında siyasette bir yumuşama olmaz mıydı? Doğrusu da bu değil miydi?
Siyasetçiler çocuğun bu sözlerinden ders çıkartıp kendilerine bir çeki düzen verirler mi? Öyle görülüyor ki vermeyecekler… Hiç değilse çocuğun özrünü görüp bir özür dilemeleri gerekmez miydi?
***
DEMİREL NE YAPMIŞTI?
Bu manzara ortaya çıkınca Merhum 11. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yine bir miting meydanında gösterdiği anlayış akıllara geldi. Yine aynı yaşlarda bir çocuk elinde Ecevit resmiyle Demirel’e yaklaşır, “Ben Ecevit’e selâm söylemek istiyorum” der. Bunun üzerine Demirel mikrofonu çocuğa verir ve selâm göndermesini sağlar. Ardından da beraber fotoğraf çektirirler. Orada da siyasetçiler gülerler, ama bu gülüş öncekinden çok farklıdır.
“Geçmişte yaşanan bu siyaset geride kaldı denilebilir” ama geçmişte yaşanan bu tür olayların örnek alınması artık elzem hale geldi. Çünkü bu gidiş doğru bir gidiş değil.
Yıllardır devam eden kutuplaşmanın ve ötekileştirmenin millete yansımasının daha kötü olacağı söyleniyor ki, o oldu. Artık siyasetçilerin kendilerine bir çeki düzen verip bu kirli siyaset dilini terk etme zamanı gelmedi mi? Elbette geldi ve çoktan da geçti bile…
***
HAYRA ÂLÂMET DEĞİL
AKP’li Mehmet Metin’in geçen sene Türkiye’deki kutuplaşmaya dikkat çektiği Yeni Şafak’taki yazısında bu gidişatın “hayra âlâmet olmadığı”nı söylerken, “Gelin tanış olalım. Aramızdaki husumet duvarlarını yıkalım” ikazını da mı duymadılar. (29.06.2021)
O yazısında Metiner, bizimde sık sık gündeme getirdiğimiz gibi “Kendi kampındakileri eleştirenler anında ihanetçi yaftası yiyor. Kamplaşmaktan en çok şikâyet edenler, nedense kutuplaştırmayı çatışmaya dönüştürenler” ifadesini kullanmıştı ve demişti ki, “Gelin tanış olalım. Aramızdaki husûmet duvarlarını yıkalım. Ünsiyet ortamı oluşturalım aramızda. Birbirimizi gören gözlerimiz, duyan kulaklarımız olsun. Aynı düşünmek zorunda değiliz. Farklılıklarımızla insanlığımızı anlamlandıran bir vasatı birlikte oluşturalım…” Siyasetin kutuplaşma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu ve sağduyuya ihtiyaç olduğunu söyleyen siyasetçi ve yazarların bu konuda bir şey ifade etmemesi de ibretlik…
Sağduyunun yanında temiz, üslûplu, kutuplaştırmayan bir siyaset anlayışına her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Türkiye’nin bu durumdan mutlaka çıkması gerekiyor. Bunun içinde öncelikli görev ülkeyi yönetenlere sonra bütün siyasetçilere düşüyor…
***
TROLLER AMELELERE BENZER
Kutuplaşmanın artmasının sebeplerinden birisi de sosyal medya üzerinden yapılan algı operasyonları… Son günlerde gündemde olan paralı bu trol çetelerinin işleri güçleri karşı tarafı küçük düşürmek ve bir algı oluşturmak.
Erdoğan’ın basın danışmanlığı, Meclis’te İletişim Danışmanlığı ve Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü yapan Kemal Öztürk’ün trol tarifi dikkate değer.
Diyor ki, Öztürk, “Trol ekiplerinin ideolojisi ve fikri yoktur. Pazardan toplanan amelelere benzerler. Çavuş yevmiye vermezse dağılırlar…”
Bakalım, son tartışmalardan sonra yevmiyeler kesilecek mi? Kesilirse dağılacaklar mı? Bekleyelim görelim…