Bediüzzaman’ın talebelerinden Hulusi Yahyagil, Mele Ahmed-i Cizirî hakkında Bediüzzaman’ın şöyle dediğini ifade etmektedir:
“Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, Mele Ahmed-i Cizirî ve Mevlânâ Câmî, her üçünün de makamı birdir. Bunların üçü de manen bir seviyededir.”
Hâlbuki Cizirî bırakın Mevlânâ Celâleddin-i Rumî gibi tanınmayı doğduğu çevrede dahi tanınan biri değildir. Cizirî tarihin vefasız sayfaları arasında yerini alan biri olarak karşımıza çıkar. Cizirî derinlemesine incelendiğinde tasavvuf, felsefe ve edebiyat alanında çağdaşlarına fark atacak biri olmasına rağmen, gizli bir hazine gibi keşfedilmeyi bekledi. Cizirî araştırıldıkça tarihin kayıt dışı ihmaline uğrayan kişilerin başında geldiğini görmekteyiz. Öyle ki doğum ve ölüm tarihleri dahi kesin bilinmez. Şiirlerinin satır aralarından tahminler yürütülerek 1570-1640 tarihleri arasında yaşadığı söylenir.
Cizirî’nin isminden daha ünlü divanı dahi tarihin sisli perdeleri arasında kalmıştır. Çağımızda birkaç elin gayreti sayesinde divanı edebiyat ve şiir pazarına düşünce “Sen şimdiye kadar neredeydin?” diye edebiyatın ve şiirin üstadlarından sesler yükseldi. Cizirî, divandaki şiirinin kalitesinden o kadar emindir ki Bostan ve Gülistan kitabının yazarı Sadi Şirazi’ye bile meydan okuyacak kadar iddialı konuşur. Cizirî, şiirinde felsefe hakkında söz ederken o, sofi bir filozoftur. Şiirinde fıkıhtan söz ederken o sofu, bir fakih olur. Şiirinde akaitten söz ederken o sofu, bir kelâmcı olur. Divanın satır aralarında gezinirken birden kendini yıldızlar arasında bir gezintiye çıkmış gibi hisseder insan. Şiire nüfuz ederken aşkın coşkusuna kapılır kişi. Cizirî şiirlerini felsefe, tasavvuf ve kelâm üzerine bina eder. Aynı zamanda şiirini yaşayan ve manevî makam sahibi biri olarak karşımıza çıkar. Üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen şiirlerindeki aşk kokusu ve üslûbundaki doyulmaz tat kendini hemen gösterir.
Cizirî’nin asıl adının Ahmet b. Ahmet Muhammed el Boti El-Cizirî olduğu söylenir. Şiirlerini Ahmet ve Nişanî mahlası ile yazar. Onun en meşhur lâkabı ise Meleye Cizirî’dir (Cizreli imam). Bazıları da onun için Şeyhe Cizire (Cizre’nin şeyhi), bazıları da Reisü’ş- Şuara (şairlerin reisi) olarak tanır. Cizirî, Ciziretü’l- Botan diye adlandırılan Şırnak ilinin Cizre ilçesinde doğmuş. Soy, sop olarak Cizre’nin Botan aşiretinin Ensarî koluna mensuptur. Divanını Medreseya Sor’a müderris olarak atandıktan sonraki yıllarda yazdığı rivayet edilir. Cizirî ile tanınan Medreseya Sor (Kırmızı Medrese) 1508 tarihinde II. Şeref Han tarafından inşa edilmiş ve bölgenin en büyük medresesi olarak hizmet vermiştir. İspanya’nın Gırnata şehrinde Endülüs Emevilerin eseri olan Elhamra Sarayı (Kırmızı Saray) tarihteki değerini hâlâ korumaktadır. Elhamra Sarayı özellikle ününden dolayı her yıl milyonlarca Müslüman tarafından ziyaret edilir. Cizirî’nin müderris olarak ölünceye kadar talebe yetiştirdiği, divanını yazdığı ve mezarının olduğu bu medrese Elhamra Sarayı gibi tanınmasa da manevî büyüklük olarak Elhamra Sarayı’ndan az değerli değildir. Medreseya Sor, Cizirî ve divanını temsil ettiği ruha sahip olması açısından Elhamra Sarayı’na giden ziyaretçiler kadar olmasa da günün birinde kıymeti anlaşıldığında ziyaretçi akınına uğraması hayal olmasa gerek.
Cizirî’nin halk arasında kerametleri ve manevî büyüklüğüne dair birçok rivayet ve menkıbe anlatılmaktadır. Bunlardan biri de şöyledir: Cizirî şiirlerini Medreseya Sor (Kırmızı Medrese) karşısındaki Dicle Nehri kenarında bulunan bir taşa yaslanarak yazarmış. Şiir yazdığı esnada öyle kendinden geçer ki sırtını yasladığı taş her seferinde onun aşk ateşinden cezbeye gelir ve kor gibi ısınarak kızarırmış. Bu durumu fark eden yaşlı bir kadın her seferinde yoğurduğu hamurunu getirerek tandır yerine Cizirî’nin aşk ateşiyle kızarttığı taşa yapıştırarak ekmeğini pişirirmiş diye anlatılır.
Cizirî ile ilgi rivayet ve menkıbeler bazen de efsaneleşerek de söylenir. Cizirî çocukluk yıllarında ilk eğitimini babasından alır. Daha sonraları tanınmış mütehassıs müderrislerden dersler alır. Cizirî tahsilini Hakkâri, Diyarbakır, Bingöl, İmadiye (Duhok’a bağlı bir ilçe) gibi yerlerde bulunan medreselerde yapar. Cizirî, otuz yaşlarında Diyarbakır’a bağlı Sıtrebas adlı köyde başmüderris olan Mele Taha adındaki âlimden icazetini alır. Cizirî icazetini aldıktan sonra ilk olarak Diyarbakır’a bağlı Sirba Köyü’nde ve çevresinde kısa bir süre imamlık yapar. Daha sonra Hasankeyf medresesinde müderris olarak görev yapar. Cizirî Hasankeyf’ten ayrıldıktan sonra Azizan hanedanlığının egemenliği altında bulunan Cizre’ye gider. Vefatına kadar Medreseya Sor’da müderris olarak görev yapar ve talebe yetiştirir. Bu esnada Şam, Irak ve Mısır gibi ülkeleri dolaşarak ilmî seyahatlerde de bulunur. Cizirî, Cizre de Medreseya Sor’da müderrisliğine başladıktan sonra talebelerini dönemin en revaçta olan ilimleriyle yetişmelerini sağlar. Cizirî’nin müderris olduğu Medreseya Sor, 1508 tarihinde Cizre Botan Emir’i Şeref Han tarafından inşa edilir. Cizirî’nin müderris olarak buraya gelmesinden sonra medrese isim yaparak ünlenmiş. Cizirî’nin bulunduğu bu medresede o zamanlar talebelere usûl, fıkıh, tefsir, hadis, sarf nahiv, mantık felsefe, belâgat, matematik, kelâm ve astronomi gibi dersler öğretilirdi.
Cizirî anadili Kürtçenin yanında Arapça, Farsça ve Türkçeye de yeterince hâkimdi. Cizirî beşeri aşktan İlâhî aşka nasıl geçtiğini ve sonrasını şiirlerinde ifade eder ve İlâhî aşka baş koyduktan sonra tasavvufî düşüncesini şiirlere döker. Böylece 114 şiir ve iki bin beyitten meydana gelen bir divan meydana gelir. Cizirî yazdığı şiirlerinde temel düşünce ve fikir kaynaklarını; Molla Cami, Marufu Kerhi, Sadi, Şibli, Şemsi Tebrizi ve Ferruhî gibi mutasavvıflardan alır. Cizirî divanında Kürt diline olan vukufiyetini ve tasavvufa olan maharetini gözler önüne sermektedir. Cizirî’nin şiirlerinin özünde vahdet-i vücut felsefesi yer almaktadır. Cizirî, herkes tarafından bilinen varlığın dört temel unsuruna ek olarak beşinciyi olarak aşkı ekleyerek farkını ortaya koyar. O, aşk yolculuğunda İbn-i Arabî’yi takip eder. Cizirî’nin şiirlerini okuyan biri “O, nasıl biridir?” diye sorduğunda şiirin satır aralarında o sofu-müderris biridir diye ses verir. Cizirî ile ilgili birçok rivayet ve menkıbe anlatır bunlardan biri şöyle anlatılır; Cizirî Diyarbakır’dan Hasankeyf medresesine müderris olarak gelir. Her yıl olduğu gibi o yıl da icazet töreni yapılır. İcazet törenine Hasankeyf emir’i Melik Kâmil ve üç kızı da katılır. Cizirî töreni esnasında Melik Kâmil’in üç kızından biri olan Selma’ya âşık olur. Cizirî’nin ilk şiirini Selma’nın aşkıyla yazmaya başladığı rivayet edilir. Cizirî’nin Selma’ya olan aşkı öyle alevlenir ki bütün Hasankeyf’te dilden dile dolanmaya başlar. Bu aşkın söylentileri emirin kulağına gelince öfkelenerek “Nasıl olur da mele gibi adsız sansız biri benim kızıma âşık olur? diyerek idam fermanını verir. Cizirî’nin böyle bir cezaya çarpıtılmasına gönlü razı olmayan şehrin ileri gelenleri melike giderek Mele’yi bağışlamasını ve kızını onunla evlendirip adını temize çıkarması için ricada bulunurlar. Melik birkaç gün düşündükten sonra öfkesi diner ve kızını meleye verir.
Cizirî ile ilgili bir başka rivayette şöyle anlatılır: Cizirî, Cizre’ye Medreseya Sor’a müderris olduktan sonra Botan Mir ailesinden yeşil zülüflü Siti adında bir kıza âşık olur. Aşk sarhoşluğuyla ne yapacağını şaşırır ve inzivaya çekilir. Cizirî yalnızlık ve aşkın ateş çemberi içinde Cizre mezarlığına gider ve sırtını bir mezar taşına yaslayarak içindeki gönül yangınını şiire döker. Böylece divandaki şiirler Cizirî’nin Siti’ye olan aşkından dökülen şiirlerdir diye rivayet edilir. Cizirî, mecazi aşk ateşinde yanarken birden yüreğine şimşek çakan gibi düşen İlâhî aşkla tanışır. Böylece Cizirî İlâhî aşka dair şiirlerini yazmaya başlar. Cizirî’nin yaşadığı rivayet edilen aşkları yanında bazı rivayetlerde Cizirî’nin hiç evlenmediği söylenir. Cizirî tahmini 1570 tarihinde Cizre de doğmuş ve 1640 yılında Cizre de vefat etmiştir. Türbesi Medreseya Sor’un altındadır.
Her fiil ve eser olmak mutlaka bir fail ister
Demirci körüğü ne yapsın ki demirci yoksa eğer.
Eğer beni keskin bıçakla vuracaksan kalbime vur
Çünkü senin zülfüne aşık olan benim kalbimdir.
Bedduâ edeceksen düşmanına
Dile Allah’tan aşkı versin ona.
Kaynak:
1- Sufinin Akidesi –Ruhullah Öz.
2- Meleye Ciziri- İlhami Sidar.