"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hasta kim?

Mustafa Yalçın
18 Ocak 2020, Cumartesi 00:36
Anam 91 yaşında, yaklaşık 2 seneye yakındır hizmetindeyim, beraber yaşıyoruz son demleri.

Babam rahmetli olalı 20 yıl olmuş, hayat sür’at peyda etmiş, değirmen çarkını çeviren yüksekten oluk içinden akan su gibi boşalıyor pervanelere.  Soruyor kardeşler bazan tanışmalarda, 

-Ne iş yapıyorsun”

Diyorum; 

-Eskiden, Kapıcıydım”şimdi  bakıcıyım. 

-Nasıl yani? Yeni bir  iş dalımı.

- Hayır hayır kardeşim öyle değil bu meslek. İnsanlık var olalı Allah’ın üzerimize koyduğu aslî vazifelerimizden bir taneside bu. “Ana-Babaya isyan etmemek ve onlar yaşlandığında Üff.. bile demeden hizmetinde bulunmak değil mi? Nefis avukat, akla hemen serpiştirip kelimeleri, sıralıyor peş peşe olumsuzlukları. Zaman ahirzaman. Eee.. Şehirde yaşıyorum. Başka, 3 çocukla 70 m2 dairede üstelikte kiradayım. Evde çalışan yalnız benim, hanım ise çocuklara zor yetişiyor, malûm şimdiki gelinlerde kaynana kahrı çekmiyor. 

Sordum;

-Kardeşim kaç yaşındasın sen? 

- 60

-Köyden geldin şehire değil mi?

-Evet. 

-Gel dertleşelim  bir, çünkü aynı hayatı yaşamışız seninle. Ortak yönlerimiz çok. Nefis hizmette geriye çekildiği için nisyan perdesini üzerimize serivermiş, gaflet kumuna sokmuş kafamızı. Bu başımızın tacı olan analarımız bizi doğurduğunda bu köylerde; kıtlık vardı, yoksulluk, hastalık vardı. Üstelik taş binadan yapılmış ortasında  tandırlı tek odada 5 çocuklu bir aile barınır, orası hem yatakhanedir, hem oturma odası hem mutfak ve “çağ “denen bir bölümünde banyo, bitişiğinde “yüklük”. 

Analarımız sabah 3 de kalkar başlar harıl harıl çalışmaya; ahırda hayvanları yemler, tandırı yakar, ekmek pişirir-yemek yapar, bebeğin altını değiştirir gider buz gibi çeşme suyunda elinde “tokuç” örtülüde (kapalı oda) çamaşırı kille yıkar....

 Dur daha bitmedi hayat yeni başlıyor... Varsa “Irgat” onlara azık hazırlar, “hayat”denen avluyu süpürür, bahçeye bostan diker. Karık çeker, akşama herif kahrı çeker.  Kaynana-kaynata anam-babam horanta der, hizmette kusur etmez. 

Kışlık lâzım der. Dağdan-bayırdan odun toplar, tarladan saman-çöp çeker, bağdan çubuk toplar odun kırar istif eder. Un öğütür, bulgur yapar-tarhana kurutur, erişte keser, salça kaynatır, pekmez yapar. Anlatmakla bitecek gibi değil... Şimdi dönelim şehrimize; kaloriferli daire olmazsa olmazı, buzdolabı, çamaşır-bulaşık makinasına yer var, televizyon salonda yetmedi bir de mutfakta.  Senede bir kaç kez kullanılan salonda şatafatlı koltuklar oturmuş. Kıza-erkeğe ayrı oda. Ana-baba bu hanenin neresinde? 

Koca koca koltuklardan, büyük büyük eşyalardan dairede yer kalmadı değil mi? Bir köşeye çek-yat bile olsa koymaktan acizmiyiz. Kaldı ki yuvamızın en güzel yerini onlar için hazırlamalıyız. Yazık ki çok yazık bize! 

Anadolu anaları yukarda sıralanan işleri ordularla değil,  tek başına yapmış kardeşim. Allah’a imanından, teslimiyetten, tevekkülden gelen sırla her türlü zorluğa dayanmış. Çocuklarını büyütebilmek için her cefayı çekmiş. Uff.. bile dememiş. Yememiş yedirmiş, doktor yüzü görmemiş uyumamış başımızda sabahlara kadar nöbet tutmuş, bu kadar yoğun iş içinde; “aman evlâdım Kur’ân okusun, sûreleri ezberlesin, hoca önüne diz çöksün, okulunu okusun cahil kalmasın” diye ne fedakârlıklar... 

Peki biz ne yapıyoruz? Evlâtlar arasında kavga çok böyyük doğrusu; “Bizde yer yok. Hanım çok huysuz boşar beni, çocuklarla ortada kalırım”.  Öteki kardeş, “bakacak param yok.”  Gelin, “evde herşeye karışıyor rahatsız ediyor. Zaten bende hastayım.“ Bahane çook...  

Bil ki.! Aziz kardeşim. Yaşayan ana-baba yanında yoksa şayet; o hanede bereket yok. Belâ çok. Huzur yok. Muhabbetten eser yok. Sıkıntı hiç bitmez...

Niye birgün bizimde ele-avuca düşeceğimiz hiç aklımıza gelmez? Görmüyor musun. “Hastalıklar ölümün keşif kolları” bizlere bişeyler fısıldıyorlar. Etme-bulma dünyası. Anamızın-babamızın bize bunca hizmetlerini ne çabuk unuttuk. Sanki armut gibi olduk daldan mı düştük?. Bir çocuk yetiştirmenin zahmetini, aşamalarını bilmiyormuş gibi davranıyoruz. Bir de; para-servet- imkân var diyelim. Bu asrın bir hastalığı da, isterse villası-yalısı-dubleks dairesi olsun, ana-babaya yanında yer yok. İnternette çok bilmiş torunlar araştırmada, keseye uygun nerde “Huzur Evi”var diye... 

 Men dakka-dukka. (Yapan-bulur). Toplumumuzun bu yarası çok büyük. Aklımızı başımıza alalım. Cenab-ı Hak “Beli bükülmüş ihtiyarlar olmasa başınıza belâlar sel gibi gelir” meâlinde bize hatırlatma yapmıyor mu? İlla ki bir büyük musîbete düçâr mı olmamız gerekiyor?

Hanımlar beyaz eşyalara parmak uçlarıyla dokunmaktan yorgun düşmüş, “uzaktan kumandalı olsa şunlar” diye yanıp tutuşurken;  hangi bir hastalığa girifdâr olmuşuz ona yanıp tutuşalım. 

Demek ”Hasta kim”miş?  

“Yâ Rab, kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl.” Amin.

Okunma Sayısı: 3280
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ahmet Akar

    18.1.2020 18:11:47

    Unutulanları hatırlatmışsınız... Eline, yüreğine, kalemine sağlık...

  • Mürsel

    18.1.2020 12:34:09

    Damardan candan yürekten ve gerçek, gerçekten.Şükran.

  • Abdurrahman AYDIN

    18.1.2020 09:25:57

    Evet, bu konu kanayan toplumsal bir yara! Çile içinde yetişince çelikleşen bir direnç meydana geliyordu. "Sen" "hatır" önemliydi. Aidiyet güçlüydü. Hizmet etmek şerefti. Hayat şartları, küçük yaştan itibaren hizmet etmeye ve birbiriyle dayanışma içinde olmaya mecbur ediyordu. İnsan bu hayat okulunda farkına varmadan terbiye oluyordu. Şimdi ise teknoloji sayesinde kolaylaştırılan hayat, âciz ve naylon dirençli insanlar meydana getiriyor. Çocuklar top oynamak için bile kıçını kaldırmıyor. Çünkü bilgisayar başında sadace parmağını oynatması yetiyor. "Ben" önemli olunca hizmet etmekle değil, almakla şerefli olunuyor. Örgün ve özel okullarda başarılı olunca "adamlığı da başardığını" okul/iş sınavlarını kazanınca "kulluk sınavını" kazandığını sanıyor. Yazalım. Yazalım. Çözümler henüz çok uzağımızda değil!

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı