Günümüz sosyal hayatında ve eğlence dünyasında şaka ve şakalaşma önemli bir yer tutmaktadır. Yapıldığı yere göre de değişiklik arz ettiğini söyleyebiliriz.
Şaka yapmayı ve şakalaşmayı seven bir toplum olduğumuzu söyleyebiliriz. Peki bunda ölçülü davrandığımızı söyleyebilir miyiz? Abartılı hareketler ve yalan sözlerle yapılan şakalar, muhatapları kırıcı olabilmekte ve husumete sebep olabilmektedir.
Bir kısım insanların şaka anlayışının temelini, kaba, argo, bayağı ve müstehcenlik içeren söz ve hareketler oluşturmaktadır. Maalesef, bu tür şaka anlayışından insanların büyük bir kesimi daha fazla hoşlanmaktadırlar.
Eskiler “şaka” kavramı yerine daha çok “latife” ve “nükte” kelimesini kullanmıştır. Ciddi olmak güzel bir haslettir. Hele önümüzde ölüm gibi bir gerçek dururken kahkaha ile gülmek olgun insanlara yakışmaz. Yine eskiler, kahkahayla gülen birisini gördüklerinde, “Sırat köprüsünü geçtin de mi böyle gülebiliyorsun?” diyerek adap dersi verirlerdi.
İnsan bazen ağlar, bazen güler. Ağlamak gibi gülmek de hayatın bir parçasıdır. Hatta öyle zamanlar olur ki, hayatın sıkıntıları ve zorlukları içindeyken gülebilmek bir ilaçtan daha fazla etkili olabilir.
Şaka, yemekteki tuz gibidir; tuzsuz yemek olmadığı gibi fazla tuzlusu ise hiç yenmez.
Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) hayatına baktığımızda onun da zaman zaman şakalaştığı görülmektedir. Rivayetlere göre Hz. Peygamber (s.a.v.), hiçbir zaman rahatsız edici ölçüye varan aşırılıkta gülmezmiş. Onun gülmesi tebessüm şeklindeymiş. Abdullah b. Haris Hazretleri, Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) sevimliliğini ve güler yüzlülüğünü şöyle anlatır: “Resulullah’tan daha çok tebessüm eden kimse görmedim.”
Hz. Peygamber (s.a.v.), dini tefekküre engel teşkil eden, kindarlık ve çekememezlik doğuran şakaları doğru bulmaz; bu tür sakıncalar taşımayan şakaları kendisi yaptığı gibi ashabının da yapmasına mani olmazdı.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinde de Peygamberimizi örnek alan bir şaka anlayışı olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Onun yakınında bulunan talebelerinin gözlemlerinden şakacı ve nükteci yanının ne kadar canlı ve seviyeli olduğu görülmektedir.
Bediüzzman Hazretlerinin yüzünden tebessüm hiç eksik olmamıştır. Bunun neticesidir ki hapishaneler bile talebelerinin morallerini bozamamış, oraları birer medrese-i Yusufiye haline getirmelerini sağlamıştır.
Afyon hapishanesinin sıkıntılı günlerinde Üstad, teneffüs yerinde üzgün bir vaziyette volta atan İbrahim Fakazlı’yı görünce pencereden attığı pusulada, “İbrahim, sen hasta mısın, boynunda ne var? Seni üzgün görüyorum.” diyerek onu uyandırmıştır. Yine bir başka gün talebelerine yazdığı pusulada, “Kardeşlerim, gezin dolaşın, neşeli olun!” diyerek onlara moral aşılamış ve ne olursa olsun psikolojik olarak yenik düşmemelerini istemiştir.