İnsan dünyadan ayrılanları anlatırken, sanki kendisi o yolun yolcusu değilmiş gibi anlatıyor. Yeri gelince de, ‘Biz de gideceğiz’ der. Oysa yolda giderken, gideceğiz denmez, gidiyoruz denir.
Nefsin, yemi olan ‘daha ömrümüz var’ aldatmacasına takılıyoruz belli ki. Hangi giden ‘ben bu gün gideceğim’ diyerek evinden çıktı ki. Oysa akşam görüşürüz diyerek, çocuğunu öpüp, sabahleyin evinden ayrılan dönemedi bir daha. Kimi trafik kazasına takıldı, kimi kalp krizine, kimi de başka bir sebebe. Ama kimse gitmeyi engelleyemedi.
Bir zamanlar vefat etmiş yakınların fotoğraflarına bakarken, ‘nefis kendini buralı, gideni oralı’ ilan ediyor ve böylece kurtulduğunu zannediyor. Oysa bir tarafı toprak insanın.
Risale-i Nur’un, “Ey insan, sen alakülli hal öleceksin!”, “Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor.” ifadeleri ne kadar da gerçekçi değil mi? Ama gel gör ki nefis kendisine söylenmiyor gibi bir tavır içerisinde. Deve kuşu gibi başını kuma gömmüş, gövde dışarıda; avcı kendini görmez zanneder.
Ev sahibini tanımayan misafir olur mu? Akıl bunu kabul etmez. Ama gel gör ki insan, misafir olduğu dünyada ve her nefes ilerlemekte olduğu yolculukta kendini ‘misafir’ gibi, ‘yolcu’ gibi görmüyor, kendini kandırıyor. Garipsediği mahluk gibi, avcı beni görmesin diye başını kuma sokuyor.
Âlemde kuralsız bir ortam yok. Devletlerde, iş yerlerinde, ailede, trafikte her yerde kurallar var. Kurala uymayan kendine, sevdiklerine azap çektirir. İşte bir kural da bu dünyaya gelenin gitmesinin kesin olmasıdır.
Kimi biraz önce kimi biraz sonra da olsa, neticede aynı diyara gidiyoruz hepimiz. -Nasibi varsa- Taşıtlar da güzergâh da aynı. Gitmemek şıkkı olmayan bir sevkiyatın içindeyiz. Bütün mesele gideceğimiz yere ne götürdüğümüzdür.
Kimi yazılmış kimi yazılmayı bekleyen insan sayısınca hayat hikayeleri mevcut. Dünyaya geliş de gidiş de özel. Bu özel hikayenin aynı zamanda güzel olması her insanın hayat amacıdır. Önemli olan kendini ‘gidecek’ olan değil, ‘gidiyor’ olan olarak görmek yani ‘yolcu’ ve ‘misafir’ şuuruyla yaşamaktır.