"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İslâmda kadının konumu

Şemseddin ÇAKIR
10 Eylül 2021, Cuma
Bilindiği gibi bu günlerde birileri Taliban’ın kadınlara zulmü üzerinden İslâm’ın nezaketine dil uzatarak din düşmanlığı devşirmeye çalışıyorlar. Biz de bu haksızlığı red için bu yazının konusunu her fırsatta istismar edilen “İslâm’da kadın” olarak tesbit ettik.

İslâm; son kitabın ve son Peygamberin tebliğ ettiği hakikatler manzumesidir. Ve tevhid bayrağını kâinatın şahikasına dikmiş tek “hak” dindir. 

Her şeyin bir kuralı ve kaidesi vardır. İşte İslâm gibi bir dini anlamanın da, çok köklü cihanşümul prensipleri olduğu halde nasıl oluyor da hiçbir kural ve kaide bilip uymayan bir proje üzerinden İslâm yargılanabiliyor? 

İslâm’ın, tabiri caizse rol modeli; Hz. Muhammed’dir (asm). Ehl-i Sünnet itikadının sisteminde, “Kitap, Sünnet ve İcma-i Ümmet” formülü vardır. Bu denklemde Taliban anlayışının yeri yoktur. 

Fıkhen Hanefî bilindiği halde, içtimâî ve siyasî olarak Vahhabî ve Haricî olan böyle bir ucube anlayışla İslâm mukayese edilemez. Bir Müslüman olarak inancımız ve iddiamız şudur ki, her şeyde olduğu gibi kadın meselesinde de; meselenin en doğrusu, fıtrîsi ve hakikîsi İslâm’dadır.

Ancak Birinci Dünya Savaşı’ndaki mağlûbiyetlerden ve komplo teorilerinden sonra, hilâfetin ilgası sebebiyle Müslümanlar merkezî otoriteden mahrum bırakıldıkları için her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Yani siyonizm İslâm’ın ebedî saadet reçetelerini dejenere edip âlem-i İslâm’ı kaosa düşürdü ve insanları şaşkına uğrattı. Doğru İslâmiyet ve İslâm’a ait doğrular yaşanamaz hâle getirildi. Hatta İslâmî kaynaklarda “Ahirzamandaki deccalın zamanında mü’minler bütün imkânlardan mahrum edilirler, bir ekmeğe muhtaç bırakılırlar” buyruluyor. 

“Allah (cc)” demenin bile daha düne kadar yasak olduğu bir ülkede hangi İslâmî hüküm doğru anlatılabilirdi ve bu hükümlerin sıhhatli uygulanmaları nasıl beklenebilirdi? Bu hükümlerin en çok istismar edilenlerinden biri olan miras hükümlerinden başlayalım.

Neymiş efendim İslâm kadına üçte bir, erkeğe üçte iki veriyormuş da, bunları eşitlemişler! Bundaki inceliği anlamayanlara önce buradaki hikmet ve adaleti anlatmak gerekir.

Bunun için de yine Bediüzzaman’ın sözlerine kulak vermemiz gerekiyor. Bu tarz bir mirası emreden İslâm, aynı zamanda bütün sorumluluğu da erkeğe yükler ve kız erkeğin evine gider, erkek kızın değil. Bu ne demektir? Kız üçte bir alıyor, fakat geçimini gideceği erkeğe yüklüyor, o erkek de aldığı üçte ikinin birini sorumluluğunu yükleneceği kız için aldığından yine üçte üç oluyor. Yani, erkek üçte iki alıyor, fakat birini kendi için birini de alıp bakmakla mükellef olduğu kız için almış oluyor ve üçte üçe tamamlanıyor. Burada kârlı çıkan kadın oluyor, çünkü o kocaya bakmakla sorumlu değil, fakat koca ona bakmakla sorumlu. Şimdi hangisi kadının lehinedir ve adalettir? Ehl-i iz’an ve vicdan söylesin! 

İslâm’ın miras hükümlerinin birçok hikmetinden birkaçını daha verelim:

Dinimizin bu miras hukuku sayesinde baba servetinin en azından ekseriyeti yabancı ellere gitmemiş, baba ocağını tüttürecek erkekte kalmış oluyor ve onun için de kızın aldığı hisse zâhirde üçte bir olduğu için fazla göze çarpmamış oluyor ve kıza, baba servetinin yarısını ellere götürecek biri nazarıyla bakılmamış oluyor. İslâm’ın düzeni ailevî bağların da, sosyal barışın da teminatı oluyor. Demek İslâm o emirle hem kızı himaye, hem de akrabalık bağlarını ve sosyal barışı vikaye etmiş oluyor. Demek ki, mesele zahiren görüldüğü gibi değildir. 

Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Din hayatın hayatı hem nuru hem esası, ihya-yı din ile olur bu milletin ihyası.”

İslâm’da kadının yeriyle ilgili şunu söyleyelim: Bir kere İslâm’da kadın insandır ve âyet-i kerimede “Muhakkak Biz insanı ahsen-i takvimde (en güzel bir terkip ve şekille) yarattık.” (Tin Sûresi 4. âyet) denilmektedir. Bu İlâhî buyrukla da, kadın-erkek arasında herhangi bir ayrım olmadığı, “insan” tabirinin umumiyet ve hususiyetinde bellidir. Uygulamaya gelince: En mühim uygulamalardan biri, katile ceza uygulamasıdır. Burada da, kadın-erkek ayrımı yoktur. Demek bu uygulamaya göre kimse kadının kılına dokunamaz. Ancak buna rağmen bugünkü kadın cinayetlerinin faturasını İslâm’a kesme cür’etini gösterenler de, bunun sebebinin mevcut gayr-i İslâmî uygulamalar olduğunu ya anlayamıyorlar ya da anladıkları halde inat ediyorlar. İslâm’ın haram ettiği bir ahlâksızlığı işlemenin sebep olduğu felâketleri bile İslâm’a mal etmekten daha büyük zalimlik olabilir mi? 

Sûre-i Nisa âyet 34’e gelince; burada ilk anlamı “dövmek” olan bir “darp” ifadesi vardır. Ancak buna verilen manalar farklılık arz eder. 

Meselâ: 1- Kur’ân-ı Kerîm’in başka yerlerinde başka anlamlarda da kullanılmış; meselâ “darb-ı mesel” ifadesi “öğüt” anlamına gelir. (Yasin Sûresi: 13. âyet)

2- Bu “darb” fiilini, Efendimizin (asm) “dövmek” şeklinde kullanmadığını biliyoruz. Yani ne kavlî ne de fiilî sünnette dövme değil, ikaz ve uzaklaştırma şeklinde anlaşılıyor. Kur’ân-ı Kerîm’in birinci müfessir ve temsilcisi Efendimiz (asm) olduğuna göre başkaları mevzu olabilir mi?

3- Bu ifadenin normal kadınlar için değil, bu âyetin izahlarında “serkeş” kadınlar (erkeğinin hakkına ve hukukuna riayet etmeyen kadınlar) için kullanıldığı gibi yorumlar da vardır. O halde bunun psiko-sosyal bir hadise olarak izahı lâzımdır. 

Sonuç olarak bizim için mühim olan, Efendimizin (asm) uygulamasıdır. 

Efendimiz (asm) ise bilâkis “Allah’ın emaneti olarak kadına şefkat etmeyi” emretmiş ve kendisi hanımını hiç dövmemiş ve ceza vermek için bir müddet uzaklaştırmıştır. Yani o “darb” ifadesinin sünnetteki karşılığının “uzaklaştırmak” olması yorumu, vakıaya en mutabık olanıdır. 

Diyanetin yüksek din kurullarınca günün şartlarına göre bu “serkeş kadın” meselesi yeniden ele alınmalı ve vuzuha kavuşmalıdır ve bilhassa Bediüzzaman’ın şu sözlerine de kulak verilmelidir:

“Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış, yuvalarına dönmeli.” “Mimsiz medeniyet taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetlerini de kırmış.” (Sözler, Lemeat, s. 668) 

“Kadınların yuvalarına dönmesi” çağrısı, çok geniş ve şumullü bir anlam taşımaktadır. Bu mesele hayatî ve ciddî olduğu için “ya hep ya hiç”lerle geçiştirilemez. Bu kanayan yara tedavi edilmeli, sapık ideolojilerin kadınları nasıl istismar ederek ‘ticaret metaı’ haline getirdiğine de dikkat çekilip mani olunmalıdır.

Ahzab Sûresi’ndeki âyet-i kerîme: “Cahiliye döneminin açılışı gibi açılıp saçılmayın.” Buradan bir tahrik ve taciz de anlaşılıyor ki, taciz sadece kadına değil erkeğe de söz konusudur. Fakat maalesef bu, bugün tek taraflı yürütülüyor, bu da zulümdür. Adalet terazisi çift kefeli olur.

Bediüzzaman: “Kur’ân, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder. Tâ hevesât-ı rezilenin ayağı altında, o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler” der. 

Okunma Sayısı: 2160
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı