Tarihlere adını yazdırmış, fakat şu veya bu şekilde canına kastedilmiş dinî ve siyasî sahada nice liderler vardır.
Ülkemiz için bunlardan biri ülkeyi on yıl mükemmel bir şekilde yönetmesine rağmen, son nefesini idam sehpasında veren merhum Adnan Menderes’tir.
Yassıada Mahkemesi’nde kendisine, hiçbir faydası olmayacağını bile bile yapmış olduğu zahiri müdafaalardan ziyade kalbî ve bâtınî müdafaalarının da olabileceği, idam edilişinin gerçek sebebini de, onu gerçek manada sevenler bilmektedir.
Adnan Menderes’i ”gerçek müdafaanı yap” denilseydi her halde şunları söylerdi:
“Doğup büyüdüğüm, tahsilimi yaptığım bu ülke insanlarını her yönüyle yakînen, ama gerçekten yakın bir şekilde tanıyan bir insan olarak, memlekete çok borcum olduğuna inanıyorum. Allah beni bu ülkede Başbakanlığa kadar getirdiyse, “hadi borcunu öde” demiştir.
İlk olarak yirmi yedi yıldır vatandaşına zulmeden, hassaten yüce dinimizin bütün usûl ve erkânlarını yok etmek isteyen ceberrut, diktatör bir hegemonyayı milletimin iradesi ile son verdiğimiz için sizce suçlu (!) sayılabiliriz.
Onun içindir ki; ilk icraatım olarak on sekiz yıl önce yasaklanan, Allah’ın ve Resulünün (asm) isminin zikredildiği Ezan-ı Muhammedi’nin (asm)tekrar “Allahü Ekber, Allahu Ekber” diye okunmasını sağladığım için hatalı (!) olabilirim.
Yirmi yedi yıl boyunca her zaman takip ve tarassut altında olmasına rağmen, onun sayesinde binlerce insanımızın imanının kurtulmasına vesile olan, Risale-i Nur eserlerinin serbestçe basılıp neşredilmesine izin veren kanunu çıkardığım için ve onun neticesi olarak, o eserlerin müellifi muhterem Said Nursî ve talebelerinin mahkeme safahatına son vermeye çalıştığımdan dolayı, tarafınızca hata (!) etmiş olabilirim.
Altı yüz yıl İslâmın bayraktarlığını yapan, dünyaya adalet ve gerçek huzuru gösteren, her türlü ilim ve teknolojiyi İslâm ile birleştiren Osmanlı Devleti hanedanlarını, çıkarılan kanunla, apar-topar yedi gün gibi kısa bir zaman vererek onların ülke topraklarından sürülmesi neticesinde, onların yurt dışındaki fakr-u zaruret içinde yaşamalarına son vermek için ceddimiz, dedelerimizin torunlarını tekrar ülke topraklarına dönmelerini sağlayan kanunu çıkardığım için her halde beni mahkûm (!) edebilirsiniz.
İslâm ülkelerini bir araya getirerek İslâm birliğinin ilk adımlarının atıldığı Bağdat Paktı’nı, daha sonra medeniyetler topluluğu olarak kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu üyeliği için attığımız imza ile ülkeyi hem İslâm âlemi, hem de Avrupa ile bütünleştirip milletimizin makûs fakirliğini bitirip zenginleştireceğimiz için yanlış (!) yapmış olabiliriz.
Ezilen ve susan bir milleti, ayağa kaldırıp her türlü fikir ve düşüncelerini söyleyebilecek hale getirdiğimiz ve hürriyet ve demokrasi nimeti ile tanıştırdığımız için, suçlu (!) olabilirim.
Bana vereceğiniz ceza şahsımdan ziyade yukarıdaki saymaya çalıştığım değerlere verilmiş olacaktır. Takdir sizindir.”
Karar: Mahkeme başkanı “Beni buraya gönderen güç sizi asmamı emrediyor. Asılarak idam edilmelerine karar verilmiştir.”
Adnan Menderes ölmedi, nesiller boyu gönüllerde yaşıyor ve yaşamaya devam edecek. Peki, zalimlerin, diktatörlerin nerede olduğunu bilen var mı?
Mahkeme-i Kübra da “Suçlu ayağa kalk” dendiğinde. . . . . “Cehennem onları daha uzaktan görür görmez, öfkeden gürlediğini o kâfirler işitir.” (Furkan S. 12) “Zalimlerin işlediklerinden, Allah’ı habersiz sanma. Allah onların cezalarını öyle bir güne bırakır ki, o gün gözler dehşetten donakalacaktır.” (İbrahim s. 42 Âyet-in kelimeleri ile muahatap olacaklardır inşallah.)