CHP (Cumhuriyet Halk Partisi), Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli rol oynayan bir partidir.
Ancak ilân edilen Cumhuriyet, içinde demokrasi, adalet, insan hak ve hürriyetlerinin olmadığı, tek parti, tek şef anlayışına bina edilen otoriter bir yapı üzerinde kurulmuştur. CHP’li yöneticiler, 1950’ye kadar ülkeyi bu anlayışla yönetmişlerdir.
O süreçte yandaş olamayan, siyaseten farklı düşünen ilim ve fikir adamları, din ve din âlimleri üzerinde kahredici bir baskı ve zulüm uygulanmıştı. Bunun en bariz örneği Bediüzzaman ve Nur Talebeleridir. Kanunsuz, hiçbir menfî hareketleri olmadığı halde, sadece iman ve Kur’ân hizmeti yaptıkları için onlara yargı ve inzibat güçleri musallat edilerek baskı, hapis, sürgün ve zehirleme gibi enva-ı zulümlerle hayat çekilmez hale getirilmişti.
Bütün bunlara rağmen Bediüzzaman, devlete hiçbir zaman küsmedi, hakkını, bir kısmı hariç, CHP’lilere helâl etti. Kendisine o dönemde yapılan bed muamelelerin sorumluluğunu CHP’nin % 5’ine tekabül eden yöneticilerine verdi. Geri kalan % 95’inin, o zulümlerden mesul olmadıklarını belirtti. (Emirdağ Lâhikası. 2, s. 579.)
BEDİÜZZAMAN CHP’LİLERE YOL GÖSTERDİ
Bediüzzaman, CHP’lileri görmezden gelmedi. Onları o dönemde yaptıkları kusur ve hatalarını tamir etmeleri için uyardı. 1940’larda parti genel sekreteri olan Hilmi Uran’a hitaben yazdığı ve Lâhikalara dercettiği uzunca bir mektupta bu işin nasıl yapılacağını anlattı. (Emirdağ Lâhikası.1, s. 253.)
Bediüzzaman, sözü edilen mektupta Hilmi Uran gibi hamiyetperver CHP’lileri, iman ve Kur’ân hakikatlerine sahip çıkıp onları terviç etmelerini, yaymalarını, bunu yapmaları halinde ülkenin anarşiden kurtulması yanında İslâm Âleminin muhabbet ve teveccühü kazanacaklarını hatırlattı.
Bediüzzaman mektubun devamında onları, milletin ve ordunun (İstiklâl Savaşı’nda) kazandığı zaferi ve yaptığı iyilikleri, bu işte hissesi az olan birkaç komutana değil, millete ve orduya vermelerini, öyle yapmamaları halinde milyonlarca iyiliğin birkaç iyiliğe indirgeneceğini, üç–dört şahsın menfî Batı Medeniyeti namına dine ve mukaddeslere zarar veren icraatlarının günahlarını onlara verip, dindar milletle ve manevî değerlerle barışmalarını tavsiye etmiştir. (A.g.e., s. 254-255.)
GÜNÜMÜZÜN CHP’SİYLE GEÇMİŞTEKİ CHP’NİN MUKAYESESİ
Partide halihazırda manevî değerlere soğuk bakan ve eski katı laik anlayışı savunan bir kesim var olmakla birlikte, günümüzün CHP yönetimi ile onları destekleyen önemli bir kesim, 1930-40’lardaki hak ve hürriyetlere geçit vermeyen antidemokratik, katı lâik CHP anlayışını ve uygulamalarını reddettiği, demokrasiden, adaletten, insan hak ve hürriyetlerinden, başörtüsü serbestliği gibi dinî hürriyetlerinden yana bir tavır takındığı bir gerçektir.
Özellikle birkaç sene evvel Risale-i Nurlar’ın, mevcut siyasîler tarafından Hükümet Kararnamesi’yle devlet tekeline alınarak serbestçe basımı ve neşri engellenmek istendiği süreçte, CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne müracaat ederek bu planı bozması ve Risale basımı ve neşrinin önünü açması çok manidârdır.
Günümüzün CHP’si, Türkiye’nin 1930 şartlarına geri dönmesini reddedip, demokrasi ve hürriyetlerden yana bir tavır takınırken, dindar kimlikli mevcut hâkim siyasîler, bütün yetkilerin bir elde toplandığı partili cumhurbaşkanlığı gibi hususlarda 1930’ların Türkiye’sini referans almaları, o zamanki yöneticilerin yaptığı gibi insan hak ve hürriyetlerini askıya alarak antidemokratik uygulamalar yapmaları çok gariptir.
Son Söz: Biz Nur Talebeleri, Üstadımız Bediüzzaman’ın hayatı boyunca yaptığı gibi ve Risale-i Nur’un siyasî ve içtimaî ölçülerinin gereği olarak her halükârda siyasî tercihimiz; Ahrar/Demokrat güçlerdir. Ancak iman ve Kur’ân hakikatlerinin CHP’lilere de ulaştırılması, parti olarak CHP’nin eski müstebit zihniyeti terk ederek demokrasi istikametinde gerçekleştirdiği değişimin teşvik edilmesinden yanayız.