“Usûl esasa mukaddemdir” prensibi hukukun temelini oluşturur. Yani, “Usûl esastan önce gelir.”
Usûl, şekle ilişkin, şekil bakımından demektir. Usûl, kuraldır, ölçüdür ve protokoldür. Esas ise dâvânın özü ve muhtevası anlamındadır. “Adlî Yargılama Hukuku’nun nerede ise yüzde doksanı “Usûl” ile ilgilidir. Yani, soruşturma ve kovuşturmak makamlarının yapacağı işlemlerle ilgilidir. Bunlar da delil toplamak, ifade almak, şahit dinlemek, bilirkişi raporları ve savunma hakkı ile ilgili hususlardır.
“Usûl” ihlâl edilirse kararlar yanlış verilir ve adil hüküm vermek mümkün olmaz. Mahalli mahkemece verilen bir kararın usûle uygun olmaması durumunda bir üst mahkeme gerekçeleri de açıklayarak yeniden görüşülmek üzere mahalli mahkemeye geri gönderilmesine “Usûlden bozma” denir. Usûle uygun mahkeme yapılmış; ancak işlenen suça uygun ceza verilmemiş ise üst mahkeme gerekçelerini de açıklayarak yeniden görüşülmek üzere mahalli mahkemeye geri göndermesine de “Esastan bozma” adı verilir.
Yargıda usûl o kadar önemlidir ki, güneş gibi bir delil dahi “usûl”e uygun değilse geçerliğini kaybeder.
*
Usûl, yani metot esastan daha önemlidir. Metotta yapılan hatalar esası da bozmaktadır. Bu sebeple hukukun bütün alanlarında, hatta bilimde “usûl esasa mukaddemdir.” İlmî bilgi de ilmî metotlarla elde edilen bilgidir. Metotsuz, disipline edilmeyen bilgiler “ilmî” olmaktan çıkar, malûmat yığınına dönüşür.
Askerî anayasaların problemli olmasının temel sebebi de “toplumsal mutabakat” ve “halkın katılımı” usûlüne uygun yapılmamış olmalarıdır. Zira gerek 27 Mayıs ve gerekse 12 Eylül’ün “Danışma Meclisleri” toplumu temsil etmiyordu. Yaptıkları Anayasalar da bu sebeple problemli olmuştur. “Esas”taki hatalar da usûle uyulmaması, yani demokratik temsile imkân verilmemiş olmasından kaynaklanmıştır.
*
İnsan ilişkilerinde nezaket esasa değil, usûle aittir. Nezaket içinde olmayan bir ifade ve davranış doğru da olsa kabul görmez. Nezaket güveni, sevgiyi ve muhabbeti netice verirken; kabalık güvensizliğe, nefret ve husûmete sebep olur. Bu sebeple nezaket hissedilebilir bir usûl kaidesidir ve herkesin buna ihtiyacı vardır.
*
Dinde de usûl çok önemlidir. Dinde esas olan Allah rızasıdır. Allah rızası ise belli usûllere ve kurallara uyularak kazanılır. Bunlar farzlar, haramlar, sünnetler ve adaplardır. İnsanın “sırat-ı müstakimi” takip etmesi için bu usûllere uyması gerekir. En azından haram bir mal ile hayır yapılmaz ve abdest almadan ibadet makbul olmaz.
Yine dine ve imana hizmet bir “usûl” çerçevesinde yapılır. Bu usûllerin başında “Meşrû metotları” takip etmek gelir. “Gayr-i meşrû bir metotla” meşrû bir ibadet ve hizmet yapılamadığı gibi, dinî hizmetler de “İstişare Usûlü” ile yapılır. İstişare edilmeden yapılacak hizmet sonuçta makbul ve sonuç alıcı bir hizmet olmaktan çıkar, şahsî kalır ve “cemaati ve şahs-ı maneviyi” oluşturmaz.
Görüldüğü gibi dinde de “Usûl esastan önce gelmektedir.”