Gerçek nedir, mutlak hakikat nedir? Sözlükte “gerçek, sabit ve doğru olmak” gibi anlamlara gelen hak kökünden türetilmiştir. “el-hakika”...
Tasavvufta hakikat terimi “zâhirin ardındaki örtülü ve gizli mâna, dinî hayatın en yüksek seviyede yaşanarak ilâhî sırlara âşina olunması” diye bahsediliyor.
“Hakikat-ı mutlaka, mukayyet enzar ile (sınırlı nazarlarla, görüşlerle) ihata edilmez. Kur’ân gibi bir nazar-ı küllî lâzım ki, ihata etsin.” (Sözler. 25. Söz. 713)
Gerçeğin bilinmesi, insanların sınırlı zihinleri tarafından kavranamaz.
Ancak Cenab-ı Hakk’ın kelâmı olan Kur’ân gibi her şeyi, olayı, konuyu kapsayacak bir nazar, görüş açısı gerekir ki, gerçeği açıkça göstersin.
İnsanlar sosyal hayatta karşılaştıkları olaylarda, muhataplarından gördükleri davranışlarda ilk anda olayın aslını, hakikatini anlayamadıklarından hemen tepki verebiliyorlar.
“İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. Bazen batıl eline gelir; hak zannederek koynunda saklar.” (Hakikat Çekirdekleri. 26. Mektubat. 797)
İnsan ‘Mükerrem’ olduğundan, yaratılıştan gelen bu özelliği dolayısıyla, devamlı olarak hakikatin, gerçeğin peşinde koşmakta. Bilinen, en büyük gerçek, hakikat-i mutlaka; Cenab-ı Hakk’ın varlığı ve birliğidir. İnsanlar işte bu gerçeğe ulaşmak için çalışmaktadırlar.
Bu konuyu Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Cenab-ı Hakk’a vasıl olacak tarikler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur’ân’dan alınmıştır. Fakat tarikatların bazısı bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarikler içinde, kasır fehmimle Kur’ân’dan istifade ettiğim acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür tarikidir” (Sözler. 773) der.
Ayrıca, eşyanın hakikatini görebilmek için, onlara mana-i harfi ile bakmak gerekir. Yani, ne olduğuna değil neyi gösterdiğini anlamak gerekiyor. Veya o şeyin kendisini değil de sanatkârını, ustasını, sahibini bilmek için bakmak gerekiyor. Bir insanın, kuşun veya bir gül çiçeğinin nasıl yaratıldığı değil de niçin yaratıldığını anlamak eşyanın hakikatini anlamak sayılır.
Üstad Said Nursî, 32. Söz Üçüncü Mevkıfta eşyanın hakikati için şunları söylemektedir: “Hakaik-i eşyanın esma-i İlâhiye’ye dayandığını ve istinad ettiğini, belki hakikî hakaik, o esmanın cilveleri olduğunu ve her şeyin çok cihetlerle, çok dillerle Sâni’ini zikir ve tesbih ettiğini anla.”
Demek, eşyanın hakikatini, yani varlıklardaki gerçek yönü anlayabilmek için öncelikle Cenab-ı Hakk’ın isimlerini iyi bilmek, bu isimlerin ne anlamlara geldiğini anlamakla ve varlıklardaki tecellilerinin sınırını, ölçüsünü ve derecesini kavramakla olur.
Yarabbi! Eşyanın hakikatini Fettah isminle aç ve Basir isminle bizlere de göster… Âmin!