Hemen başta ifade edelim ki, bu bir övgü, ya da yergi yazısı değildir. Ne tenkit var, ne de takdir. Sadece ve sadece bir meseleyi tesbit, tarif ve izaha yarayacak objektif bilgiler yer alıyor, bu yazıda.
Tesbit şudur: Mevcut siyasî iktidarın özellikle lider kadrosu Büyük Doğu ve Necip Fazıl ekolünden gelmedir. Baştaki şahıs dahil olmak üzere, partinin ana kadrosu için birinci üstad Necip Fazıl’dır. Necip Fazıl’ın (26 Mayıs 1904-25 Mayıs 1983) hocası, şeyhi ve mürşidi ise Abdülhakim Arvasi’dir. (1865-1943)
Şeyh Arvasi hakkında, Risâle-i Nur’daki bazı mektuplarda “İstanbul’daki ihtiyar zat, ihtiyar hoca” tabirleri zikrediliyor.
Asıl konumuz ise, siyasî iktidarın akıl, fikir ve siyaset üstadı olan Necip Fazıl’ın, kendi hocası ve mürşidi olan Şeyh Arvasi hakkında yazdığı medihnâmelerdir. Söz konusu medihnâmeleri belli başlı iki kitapta toplamış. Bunlardan birincisi “Son Devrin Din Mazlumları”, ikincisi ise “O ve Ben” isimli kitaplardır.
Şimdi, hiç araya girmeden ve hiç tevil-yorum katmadan, bu iki kitaptan bazı iktibaslarda bulunarak, nihaî değerlendirmeyi siz aziz okuyucuların takdirine bırakıyoruz.
İşte, Necip Fazıl’ın kendi hocası Şeyh Abdülhakim Arvasi hakkındaki sözlerinden bazı pasajlar:
*
Efendim! Benim Efendim!
Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız;
Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız!
“Kaç milyon baba ve kaç milyon anne, senin milyarda birin eder?
Sen benim böyle bir şeyimsin!
Babamla anneme Allah’ın bana tattırdığı varlık şevkine vesile oldukları için nasıl bağlıysam, sana da, bu ölçünün ebedî hayat mikyasiyle perçinliyim. Düşünsünler farkı!
“Seni, Bağlum köyündeki, namsız ve nişansız çukurunda, bembeyaz ve taptaze bir kefene bürülü, esmer ve pembecik teninin hiçbir noktası tozlanmamış ve paslanmamış; derin gözlerin ebediyete çevrili, Allah’ı zikrederken görüyorum.
“Yirmidokuz yıl değil, iki bin dokuz yüz yıl değil, sayılar boyunca devirler gelip geçse, üzerinden zaman geçmeyecek velîlerdensin sen...
“Ruhun gibi kalbin de mahfuz... Kalıbın orada; fakat ruhaniyetin, Allah’ın izniyle her tarafta ve benim yanımda...
“Baş ucumdasın, biliyorum; ama ben ne yapayım ki dünya zindanı içinde, ayrıca beş hassemin zindanında kapalıyım ve seni göremiyorum.
“Ama bu Kapı’ya beni köpek diye yazan, bu gemiye paspas diye alan sen, kabul etmez misin ki, ‘O Kapı’nın köpeği’ ve ‘O geminin paspası’ olmak rütbesinin üstüne bu dünyada pâye yoktur?
“Allah bana, Bağlum köyünün yalçın ve çıplak mezarlığında, namsız ve nişansız bir taş altında, başım onun ayaklarına doğru gömülmeyi nasip etsin.” (*)
....................................
(*) Şu son cümle, aslında bir nevi vasiyet gibidir. Şayet, Ankara-Bağlum’da tarif etmiş olduğu yerde defnedilmiş olsaydı, buradaki vasiyeti yerine getirilmiş oldurdu. Ne var ki, buna uyulmayarak, Necip Fazıl İstanbul Eyüp Sultan Kabristanına defnedildi.