Türkiye’de 1934’te başlayan “soyadı” uygulaması, zamanla tam bir fecâate dönüştü. Bir çok kimseyi üzen, şaşırtan, güldüren, kızdıran, hatta kahrettiren tuhaf mı tuhaf soyadları var.
Bu yazımızda, kısaca bu konuya değinmeye çalışalım.
Osmanlı dönemi sonlarına kadar soyadı yerinde kullanılan şân, şöhret, nişan, lâkap ve ünvanlar, kişilerin yahut ailelerin belirgin özelliklerini yansıtıyordu.
Bunlar, genelde atadan-dededen gelen meslek, meşrep, soy-sop, memleket, cesaret, sehavet, feragat, kahramanlık türünden tanınmaya vesile olup iftihara medar bir nevi nişâneler idi.
1934’ten sonra ise, o eski fıtrî sâfiyet ve ciddiyet örselendiği için, zedelendi, büyük hasar gördü. Hatta yer yer ortadan kayboldu, denilebilir.
Ve, Cumhuriyet Türkiyesi'nin belki de en büyük “yenilik fâciaları”ndan biri haline geldi, şu "soyisim”ler meselesi...
Kişilerin hiçbir özelliğini yansıtmayan, uzaktan yakından ilgisi bulunmayan soyisimler yanında, ayrıca kişiyi aşağılatan, utandıran, her söylendiğinde yüzünü kızartan alaycı, komik, mânâsız, değersiz, anlaşılmaz dizi dizi soyisimler, güzel insanlarımıza yakıştırıldı, yapıştırıldı.
Bu büyük fâcianın önüne nasıl geçilir bilinmez; ama, hukuk sisteminin tıkanıp artık SOS vermeye başladığı ülkemizde, soyadını değiştirmek veya düzeltmek için sayısız vatandaşımızın mahkeme kapısını çaldığı da ayrı bir vakıa.
* * *
Bir ara elime geçen İstanbul’a ait eski Telefon Rehberi'nin sadece "A" maddesinde yer alan soyisimler listesine şöyle bir göz gezdirmiştim ki, ne göreyim. Hayretimden âdeta donakaldım.
Baktım, normalinden ziyade anormal ve hiç hoşa gitmeyecek çeşit çeşit hayvan isimleri, ot, ağaç, bitki, baharat isimleri, tahıl isimleri, argo tâbirler, tahkir ve tezyif edici kelimeler telefon fihristini adeta istilâ etmiş durumda.
O tür soyisimleri taşıyanları rencide etmemek için, burada örnekleme cihetine gitmek dahi istemiyorum.
Yalnız, son zamanlarda mahkemelik olan soyisimlerden bazısını burada zikretmek, yanlış ve rencide edici olmasa gerektir.
2002 senesinde şahit olduğumuz bir ajans haberinde, soyadı dâvâsından Güneydoğu Anadolu Bölgemizin sadece bir ilçesinde yüzlerce kişinin mahkemeye başvurduğu belirtiliyordu.
"Mahkemelik soyisimler" başlıklı haberde, özetle şöyle deniyordu:
"Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinde her yıl yaklaşık 400 kişi, nüfustaki yazım hatasından, anlamsızlığından veya kötü anlama geldiğinden dolayı soyadlarını değiştirmek zorunda kalıyor. Çoğu komik ve alaycı türden olan bu soyadlarına bakınca da, açılan dâvâların boşuna olmadığı hemen anlaşılıyor.
"Soyadlarının kendilerini küçük düşürdüğü gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesinde dâvâ açan vatandaşlar, bir an önce alaycı ve komik olan soyadlarını değiştirmek için adâlet kapısında bekliyor."
Haberin örnekleme bölümünde ise, şu soyisimler zikredilmiş: "Eşekçalan, Delidolu, Öküzbakan, Yanbakan, Aç, Yavru, Sinek, Çakal, Şeşbeş, Süsenbük, Abtal, Negünekaldık, Bağırsakçı, Ot, Kazma, Fincan, Şeytan ve Yanmış."
* * *
Ek bilgi: Soyadı Kànunu çıktıktan sonra, ilk soyadı M. Kemal’e verildi ve Atatürk soy isminin başkaca hiç kimseye verilemeyeceğine dair ikinci bir kànun çıkartıldı.
Yeni soyadları uygulamasına gitmenin gerekçesi olarak, 1934’teki gazetelerde şu ifadeler yer alıyordu: Hiç kimseye imtiyazlı soyadı verilemeyecek. Bütün vatandaşlar, eşit muameleye tâbi tutulacak.
Gına getiren tekrarlar
Gerçekten, ama gerçekten…
Ekranlarda boy gösteren “konuşma özürlü” bazı kimselerin şu “gerçekten” kelimesini ikide bir tekrar edip durmalarından hakikaten artık gına geldi.
Öyle ki, aynı cümle içinde bu kelimeyi iki-üç defa tekrar edenlere bile mebzul miktarda rastlamak mümkün.
Anlaşılan, doğru dürüst bir fikirleri yok. Ufukları dar mı, dar. Düzgün bir cümle kurmaktan bile âcizler.
Ama, hemen lâfa giriyor ve başlıyor patinaj yapmaya: “Bakın gerçekten söylüyorum, ama gerçekten…”
Sanki “gerçekten” diye başlamazsa, ya da her cümlenin içinde bu kelimeyi tekrarla vurgulamazsa, söylediklerine de inanılmayacak, itibar edilmeyecek gibi bir hisse kapılıyor.
Peki, bu durumda içinde “gerçekten” geçmeyen bir cümleyi nasıl değerlendirmeli?
Gerçek dışı mı? Ne münasebet…
Bu kelime elbette ki kullanılır ve kullanılmalı. Ama, bu yerinde ve dozajında olmalı.
Aksi halde, usandırır, gına getirir.
Tıpkı, olur olmaz her konuda kullanılarak artık gına getirme raddesine çıkartılan ve her derde devâ imiş gibi tekrarlanıp duran şu tâbir ve kelimeler gibi: “Çok keyif aldım, çok süper, sorun, olay olay, yaani, şimdi, ayynen öyle” vesaire…