Ciğerlerimiz olan ormanlar yanıyor. Bir geçim kaynağımız olan ekin tarlaları yanıyor. Ve nihayet, hayatımızı bütünüyle etkileyen ekonomi sahasındaki en büyük yangın artarak devam ediyor.
Zor da olsa, orman yangınları kontrol altına alınabiliyor. Ürpertici de olsa, ekin tarlalarındaki yangınlar belli sınırlarda durdurulabiliyor. Birkaç saat, bilemedin birkaç gün içinde bu yangınların üstesinden gelinebiliyor.
Ekonomideki yangın ve piyasaları saran korkunç alevler ise, yıllardır devam ediyor ve bir türlü durdurulamıyor. Çok kısa aralıklarla Hazine-Maliye bakanları değişmesine rağmen, aynı şekilde Merkez Bankası müdür-müdireleri değişmesine rağmen, piyasaları saran dehşet verici yangınlar yine de devam edip gidiyor.
Ekonomik yangınlara yapılan müdahalelere bakıldığında, ne yazık ki, hiç birinde kararlı ve istikrarlı bir plan-program görünmüyor. Sürekli şekilde, bakanlar değiştiği gibi, planlar da değişiyor. Yıllardır yapılan iş, deneme-yanılma acemiliğinden ibaret görünüyor.
*
Tüccarla görüyorsun, yatırımcı ile konuşuyorsun, sıradan vatandaşla dertleşiyorsun; emin olun, hiçbiri önünü göremiyor. Hiçbiri yarına dair ümitli konuşmuyor. Hiçbiri güvenle ileri adım atamıyor. Yatırım yapamıyor. Fiyatlar o kadar çabuk, üstelik öyle serseri şekilde değişiyor ki, kimse sattığının yerine aynı malı alamıyor, koyamıyor.
Ya hu, bu nasıl bir yangındır ki, bir türlü önü alınamıyor. Önü alınamadığı için de, Allah’ın her günü bazılarının hayatı azaba dönüşüyor. Kiminin ocağı sönüyor, ailesi darmadağın oluyor. Fırsat bu fırsat deyip, tefeciler piyasada cirit atıyor. Ödenemeyen borçların neticesi çoğu zaman kanlı-kurşunlu çatışmaya dönüşüyor. Hastahaneler ile hapishaneler kapasitelerinin çok çok üzerinde insan barındırıyor. Genel tablo, maalesef hiç de iç açıcı görünmüyor.
*
Bilhassa son yıllarda gelen felâket ve musibetler silsilesi bir türlü bitmek bilmiyor: Yakın geçmişte, Anadolu tarihinin en büyük zelzelesini yaşadık. Hemen ardından sel felâketlerine maruz kaldık. Şimdi de peşpeşe gelen yangın musibeti ile karşı karşıyayız. Sadece Diyarbakır ve Mardin arasında vukua gelen tarla yangını, onlarca vatandaşın canına mal olurken, yüzlerce hayvanın diri diri kavrulması ve binlerce ton hububatın cayır cayır yanmasıyla neticelendi.
Bütün bunlar, biz insanlara ve bilhassa yöneticilere şüphesiz birer ikaz, birer ihtar, hatta birer tokat hükmündedir. Bunlardan ders alınmadığı takdirde, arkasından daha şiddetlisi gelebilir ki, maazallah.
Madem öyle, o halde alınacak ciddi tedbirlerin yanı sıra, hem mevcut politikaları gözden geçirmek, hem de bir nefis muhasebesi yapmak gerekiyor.
Yok, bunların hiçbiri dikkate-kaale alınmaz ve herkes bildiğini okumaya devam ederse, o takdirde daha çoook çekeceğimiz var demektir.
Genel durum maalesef hiç de iç açıcı değildir. Buna rağmen, biz yine de “Allah beterinden muhafaza etsin” diyelim ve bu meyandaki dualara devam edelim. Hani, belki duaların bereketi hürmetine, Rabbimiz halimize acır da, belâ ve musibet taşlarının fazla hasar-zarar vermeden gelip geçmesini ind-i İlâhisinde takdir eder.
Son not yerine şu iki vecizeyi iktibas ederek nokta koyalım:
Zelzele ve harp gibi belâların ref’ine bir sebep Risâle–i Nur’dur. Onun ta’tili belâları celb eder diye bir gizli îma olabilir. (Şualar)
Risâle–i Nur, bu Anadolu memleketine, belâların def’ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasıl belâyı def ediyor; onun intişarı ve okunması külli bir sadaka nev’inde semavi ve arzi belâların def’ine çok emareler ve çok hadiselerle tebeyyün etmiş. Hatta Kur’ân’ın işaretiyle tahakkuk etmiş. (Sikke–i Tasdik–i Gaybi)