Çocukluğumuzda, hatta gençliğimizde manevî hayatımıza yönelik tehditler ve tahribatlar günümüze nisbeten az olduğundan, belki zayıf, taklidi bir iman ile de kendimizi muhafaza etmek mümkün idi.
Şimdiki gibi öyle açıktan, serbestçe günah-ı kebireler işlenmiyordu. İşlemek isteyen de kimselerin göremeyeceği yerleri tercih ediyorlardı. Şimdiki gibi açıktan içki satmak veya içmek, kumar oynamak, müstehcen kıyafetlerle sokaklarda arz-ı endam etmek insanların ekserisi nezdinde ayıp sayıldığından hemen hemen hiç kimse açıktan bu gibi haramları işlemeye cesaret edemiyordu. Dolayısıyla en azından sokaklarda insanları haramlara teşvik edecek manzaralar görülmüyordu.
Böylesi ortamda tahkikî bir inanca sahip olmayan çoğu avam-ı ehl-i dinin istenilen manada olmasa da kendilerini muhafaza etmeleri belki de mümkün oluyordu. Gençlerimizin çoğu o günleri yaşamadıkları için haklı olarak bu söylemeye çalıştıklarımızı anlamayabilirler. Ama bizim gibi hayatlarının kışını yaşayan insanlar bu söylediklerimizin gerçek olduğunu bilirler.
Günümüze baktığımızda Üstadın ‘helâket ve felâket asrı’ olarak adlandırdığı bir sel üzerimize geliyor. Eskiden bir memlekette bir kâfir-i mutlaka karşı şimdi bir kasabada bir sürü inançsız insan var. Zındıka ve ifsat komitelerinin gece gündüz mesai yaptığı, gençlerimizi abluka altına aldığı, kırk vefiyattan ancak bir-iki kişinin imanla kabre gittini diğerlerinin iman vesikasını kaybettiğini ve bu tehlikeli gidişatı bir asır önceden teşhis ve tesbit eden Bediüzzaman’ın; “Karşımda müthiş bir yangın var. İçinde evlâdım yanıyor; imanım tutuşmuş yanıyor; o yangını söndürmeye koşuyorum.” dediği yangının halen devam ettiğini görüyoruz.
Uhrevî hayatımızı ciddî manada tehdit eden bu risklerin bu tehlikelerin farkında olan ve bunlara karşı savrulmadan mukabele edebilmenin taklidi bir inanç ile mümkün olmadığını görmeliyiz. Haramlara ve günahlara karşı ancak ve ancak güçlü ve tahkikî bir iman ile mukabele edebileceklerinin şuuru ile bol bol Nurlar’ı okuyarak ve yaşayarak zamanlarını değerlendirmek icap eder.
Gençlerimizden de tehlikelerin farkında olup çareyi tahkikî bir imana sahip olmak için bolca Nurlar’ı okuyarak kendilerini muhafaza etmeye çalışanlar elbette var. Ama maalesef gençlerimizin büyük çoğunluğu bu manevî tahribatı ve yangını göremiyorlar. Ülfetle tehlikenin tam da farkına varmadıkları için bu risklere bu tehlikelere karşı ayakta kalıp, savrulmamak için güçlü ve tahkikî bir imanın elzem olduğunu, en etkili çarenin Risale-i Nurlar’ı okuyup yaşamaktan geçtiğini gençlerimizin çoğu farkında olsalar da maalesef gerekli gayreti ve çabayı gösteremiyorlar.
Ne diyelim... Yüce Allah bütün ehl-i dini bilhassa gençlerimizi bu helâket ve felâket asrının fitnelerinden, haramlarından ve ifsat komitelerinin tuzaklarından şerlerinden muhafaza eylesin...