Laikçi zihniyetin dinden tamamen tecrit ettiği eğitim sisteminde ortaya çıkan manevî boşluk 50 öncesinde CHP seçmenini ve teşkilâtlarını bile rahatsız eder hale gelince, o devrin son deminde iktidarda olan hükümet din adamı yetiştirmek için imam-hatip kursları açmak mecburiyetinde kalmıştı.
Bu sınırlı açılım, bilâhare 14 Mayıs 1950 seçiminde milletin reyleriyle iktidara gelen DP hükümeti tarafından geliştirildi ve imam-hatip okulları olarak devam ettirildi. Ardından AP hükümetleri de aynı çizgide yürüdü.
Öyle ki, rahmetli Demirel bir dönem “en çok imam hatip açan Başbakan” olarak, laikçi kesimlerin yoğun hücumlarına maruz kaldı.
Ama bu okulları devrim kanunlarından biri olan Tevhid-i Tedrisata aykırı sayan laikçi cenahın bu şiddetli itirazları karşısında Demirel hiç geri adım atmadı; hattâ Köprü’ye verdiği beyanatta “Tevhid-i Tedrisat Kanunu semavî kitap değil ki. Ona ters düşüyor diye din eğitiminden mi vazgeçilecek? Kur’an kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa yanlış olan din eğitimi değil, Tevhid-i Tedrisat Kanunudur” diyerek itirazcılara meydan okudu.
(İslam Demokrasi Laiklik, s. 102-3)
Halk da imam-hatiplere sahip çıktı. Birçok yerde binalarını kendisi yaptı ve devletten öğretmen istedi. Ve imam-hatiplilik, çıkış döneminde de, bir yere kadar sonrasında da özel bir kimlik ve kaliteyi ifade ve temsil etti.
Derken, imam-hatip kökenli Başbakan ve Cumhurbaşkanının döneminde imam-hatiplere yönelik geçmişten kalma engellerin tamamı kalktı, okul ve öğrenci sayısı çok arttı, ama maalesef nitelik zayıflamaya başladı.
Eğitim sisteminin genelini olumsuz etkileyen resmî ideoloji dayatması, içerik boşalması ve kalite düşüklüğü, ne yazık ki imam-hatiplere de sirayet etti. Yola çıkarkenki idealizm zedelendi. Dahası, ümmetin genel kabulüne mazhar ana çizgiden sapma işaretleri belirdi.
Bu tablonun oluşmasında dindarları dünyevîleştiren siyasetlerin de çok büyük etkisi oldu.
Gözlenen sorunları genellemekten elbette ki kaçınmak lâzım. Ancak durumun pek iç açıcı olmadığı noktasında herkes hemfikir.
O zaman yapılması gereken, meseleyi günübirlik polemiklere kurban etmek yerine, zemininde iyiniyet ve samimiyetle masaya yatırıp doğru teşhislerle çare aramak olmalı.