Siyaset âlemindeki hava yeniden gerilmeye başladı. Sadece iç siyasette değil, diplomaside de durum farksız.
Gündemdeki konuların hemen tamamı, gergin tartışmaların gölgesinde konuşuluyor. Karşılıklı düellolar, bir anda tehditli, hakaretli salvolara dönüşebiliyor.
Böylesi durumlarda akıl, fikir, ilim, muhakeme..., yerlerde sürünmeye başlıyor.
İşte, gündemdeki iç-dış konuların bazıları: Kanal İstanbul tartışması. Türkiye’nin Suriye politikası. Aynı şekilde Mısır’la münasebetleri. Yeni dönemde, Türkiye-Libya ilişkileri. Almanya, Fransa, İran, Rusya, Çin ve ABD gibi büyük devletlerle yürütülen ve bir türlü istikrar bulamayan ikili görüşme ve müzakereler.
Siyasetteki gerginlik, haliyle zincirleme şekilde diplomasiye yansıyor; diplomasideki istikrarsızlık ekonomiye, oradan medya sektörüne ve özellikle bütün bunların güyâ konuşulup tartışıldığı tv programlarına, maalesef artan bir ufûnetle, zaman zaman itici bir huşûnetle yansımaya başlıyor. Adeta kin, hırs, intikam, garez patlaması yaşanıyor. Tabiî, bu hiç de hoş olmuyor. Hassas insanları siyasetten, bir kısmını da adeta hayattan soğutuyor.
Tv ekranlarından milyonlara yansıyan gerilimli, hakaretli, bazen tehditli ve bazen de çok yüksek volümlü tartışma programları, ister istemez insanlarımızın moralini bozuyor, şevkini dumura uğratıyor. Bu ise, zihinlerde ve kalplerde sebebiyet verdiği tahribat ile umuma zarar veriyor.
Tabiî, tehdit ve hakareti alışkanlık haline getirenler de, aynı şekilde gözden düşmüş oluyor. Gözden düşenler, aslında ekrandan da uzak tutulmaları gerekiyor.
Fakat ne yazık ki durum şimdilik tersine işliyor. Zira, partilerin kendilerine göre kontenjanları var, hatta demirbaş adamları var. Programa illâ da onlar katılacaklar...
Bu nâhoş durum karşısında, biz gelişmelere yine kendi penceremizden bakarak, ilâve bazı değerlendirmeler yapalım.
Öfkeli davranış, muhakemeyi öldürür
Şevk ve heyecan ne kadar güzel ve faydalı ise, kin, hırs, garez ve intikam duygusu da o kadar çirkin, merdut ve zararlıdır.
Muhakemeyi daraltan sosyal gerilimler, genellikle kin, intikam, husûmet, tarafgirlik gibi yakıcı duygularla beslenerek tırmanışa geçer. Gerilim tırmandıkça da, akıl melekesi zayıflar, muhakeme gücü takatten düşer, buna bağlı olarak fikirler sathîleşip sığlaşmaya yüz tutar.
Özelde Türkiye’nin, genelde ise âlem-i İslâmın halihazırdaki durumu ne yazık ki bu minvâl üzere gidiyor. Özetle: İhtiyaca göre fikir üretmek yerine, taarruz taktiklerini geliştirmek. Sıkıntılara bir çare-çözüm bulmak yerine, vurucu-kırıcı taraftar kazanmaya çalışmak. Sulha, barışa zemin hazırlamak yerine, topyekûn saldırı için yeni müttefikler arayışına girmek. Vesaire...
Tarafgirlik hastalığına yakalanmış kimseler, konuşanı dikkatle dinleyip aslında ne demek istediğini anlama zahmetine katlanmaz. Konuşanı, daha çok “Acaba kimi tutuyor? Acaba hangi tarafa destek veriyor?” zannı, vehmi, şüphesi veya peşin hükümlülüğü ile dinler. İşte, bu tarz hüküm veya tavırlar, aslında fikrin ne derece sığlaşıp basitleştiğini, muhakemenin ne ölçüde daralıp sathileştiğini gösteriyor. Çünkü, tansiyon yükselmiş, gerilim tırmanışa geçmiş, sosyal kutuplaşma hadd-i vasatı aşmış da ondan oluyor bütün bunlar.
Gelinen bu nokta, hiç de ideal, sağlıklı ve arzu edilir bir durumu yansıtmıyor. Yansıyan şey, daha çok bağnazlıktır, fanatizmdir, radikalizmdir. Bunun ise, ne sahibine, ne başkasına bir faydası var. Her yönüyle zarar, her yönüyle hasar ve tahribat...
Dolayısıyla, başta siyasiler ve onların sözcüleri durumundaki tartışmacılar olmak üzere, fert, aile ve toplum itibariyle, bu fâsid daireden çıkıp kurtulmamız lâzım. Birbirimizi dikkatli şekilde dinlemeli ve medenice anlamaya çalışmalıyız. Başka türlü olmaz, olması da mümkün görünmüyor.
Yarayışlı fikirler, ancak bu şekilde gelişip serpilir. Muhakeme gücü, ancak bu tarzda inkişaf eder. Vicdan terazisi, ancak bu denge içinde düzgün çalışır. Huzur ve asayiş, ancak bu vasatta temin edilebilir. Sahip olduğumuz köklü ve kalıcı değerler, ancak bu sûretle gelecek nesillere intikal ettirilebilir.