Bu köşenin okuyucuları, üniversite yöneticilerinin bilhassa akademik personel atamalarında “özerklik” ilkesini de kötüye kullanarak yaptıkları hukuksuz uygulamalarla ilgili haber ve yorumlarımızı neredeyse haftada bir okumuştur.
(Önceki yazdıklarımızı ve bugün yazacaklarımızı YÖK Yürütme Kurulu Üyelerinin ve YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç’ın da okumuş olmasını arzu ve temenni ediyoruz.)
Bu konuda galiba YÖK nihayet bir adım atacak.
Başkanın önceki haftaki açıklaması şöyle:
“Akademide son günlerde yapılan atamalarda liyakat ve ehliyetin gözetilmediği, bu hususun da toplumsal vicdanı rahatsız ettiği yönünde yoğun ve dikkate alınması gereken şikâyetler var. … Bunların kamuoyuna yansıyan örnekleri bizim ciddiye almamız gereken örnekler. … Bunun ötesinde yeni YÖK olarak önümüzdeki haftalarda bu ilânlara yönelik yeni kararlar alacağımızı da ifade etmek isterim. Türkiye’de tek bir kişinin ihtisas yaptığı bir alana özgü özel şart konularak ilana çıkılması ne akademinin ne vatandaşlarımızın vicdanında kabul görecek bir husus değil. … Bu kötü gidişin engellenmesi lâzım. … YÖK’ün de Anayasadan kaynaklanan bazı yetkileri çerçevesinde bu konuya müdahale etmesi görev tanımına dahil oluyor. Bundan dolayı önümüzdeki haftalarda basit, yalın bazı kararlar alacağız.”
Bu haber güzel.
Ama şunu da soracağız: Bu yanlışları “bile bile” yapanlara ve sürdürenlere nasıl bir müeyyide uygulanacak?
Meselâ bizim yakından bildiğimiz bir örnek: Ankara’daki bir üniversiteden emekli bir profesör bir süre sonra kadrosuna dönmek istiyor. Buna kanunen hakkı var. Rektör bu talebi sebepsiz yere reddedince dava açıyor ve kazanıyor. Ama bu sefer de rektör kendi şahsî inisiyatifiyle ve kanunsuz biçimde, adeta “sen misin bana rağmen dava kazanıp gelen, haydi gör gününü” dercesine bir iş yapıyor.
O hocayı Ankara’nın yetmiş beş kilometre uzağındaki Polatlı’daki bir MYO’ya –tabiri caizse- sürüyor. Israrlara rağmen de kararından geri adım atmıyor. Hocayı yeni bir davaya zorluyor.
Üstelik bu profesörü YÖK’ün hukukçu üyelerinden ikisi şahsen de tanıyor ve hem akademik gayretine ve başarısına ve hem de demokrat kişiliğine tereddütsüz kefil olabilecek durumdalar.
Şimdi, durum düzeltilmediği sürece, bu kıdemli profesör, Polatlı’da iki yıllık ön lisans öğrencilerine haftada iki gün ticaret hukuku dersi verecek. Hukuk fakültesinin yüksek lisans ve doktora öğrencileri de ellerinden tutup kendileriyle ilgilenecek danışman ve hoca beklemeye devam edecek.
Olayı duyan herkes bilir ve anlar ki bu bir kaynak israfı ve açıkça bir mobbing.
Bu sebeple soruyoruz: Bilinçli yanlışlar onu yapanların yanına kâr kalacaksa yanlıştan neden vazgeçsinler ki.
Bu sebeple üniversite yönetimlerinde işin denetim boyutu da önemli.
Ve buna da çare istemek vazifemiz.