Derler ki cevher mücevher oluncaya kadar zorlu yollardan pek çok meşakkatlerle geçer. Önce toprak kazılır, sonra elenir, tozu-kiri-pası atılır, sonra sularda yunulup yıkanır, sonra ateşlere tutulur, curufu gitsin diye eritilir...
Sonra kalıplara dökülüp şekil verilir, sonra kıvama gelsin diye dövülür çekiçlerle, sonra eğelerle çöpü-çapağı kazınır...
Daha sağlam olsun istenirse tekrar tekrar ateşlere atılır. Bazen daha çok hararette bırakılıp, bazen de soğumaya bırakılır. Öyle öyle kıvam bulur…
Şekil/biçim alsın diye iyice tavlanır ta ki üzerinde eğrilik veya iğretilikten, ele ve göze, hele de gönle batacak hiçbir eser kalmasın diye. Sonra ince ince silinir, sonra cilâlanır.
Ustasının maharetli ellerinde işlenmiş ve eğer murad edilen ayara, kaliteye gelmişse işte o zaman incilerle, yakutlarla, elmaslar ve pırlantalarla bezenip süslenir de paha biçilmez nadide bir mücevher olur.
***
Misalden hakikate geçelim: Bizim de hayat yolunda çektiğimiz her sıkıntı ve darlık, yüreğimize düşen her kor ateş, içimizde tutuşan her yangın, eğilip bükülmeden, isyan ve itiraz etmeden sabır, sebat ve azimle üstesinden gelmeye gayret ettiğimiz her zorluk cevherin mücevher olma yolundaki bir merhalesi gibidir.
Dayanan, katlanan, göğüs geren mücevher kıymeti alabilir; işte ancak o zaman seçsin ne olmak istiyorsa...
Onun için önce Hak’ta ve doğrulukta sebat ve başa gelen her şey için sabır, sabır ve yine sabır…
Sabırla ilgili olarak Hazreti Peygamber Efendimizden (asm) iki hadis-i şerif: “Men sabara zafara” yani “zaferi sabreden kazanır.” Bir diğer hadiste ise “sabır” Arapçada “hanzal” denilen yeryüzünün en acı bitkisine benzetilir, fakat sonu ve sonucu tatlı olmak üzere…
Çünkü “Allah sabr edenlerle beraberdir.”
***
YANMADAN, ATEŞLERE GİRMEDEN PİŞİLMEZ
“Hamdım, yandım, piştim Elhamdülillah.” (Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî)
Büyüklere: Hayatımızın en değerli varlıkları olan çocuklarına gereğinden fazla acıyarak, onlara sorumluluk vermeden yetiştiren ebeveyn, evlâdını ileride karşısında “güzel bir sanat eseri, zarif ve nādir bir fincan” gibi göremez.
Gençlere ve çocuklara: Yoğrulup, halden hale evrilip-çevrilip, zorluk, sıkıntı, belâ, musîbet vs. gibi ateşlere atılıp, ardından üzeri çizilip boyanıp süslenmeyen (ki bunların hepsi terbiye sürecidir) ve bütün bunlara sabredip tahammül edemeyen “antika ve değerli bir eser” olamaz!..
İstikbâlimiz olan sevgili yavrularımız ve evlâtlarımız,
Büyüklerinizden görüp, duyup, öğretilen her erdemli ve güzel hâli, her hikmetli sözü ve nasihati, kısaca EDEB’i, sizleri “ŞAHESER” yapacak ve paha biçilmez kıymetlere erdirecek, hayatın tecrübe imbiklerinden süzülmüş birer altın tılsım kabul ediniz.
Hazreti Mevlâna’yı (ra) hamlıktan çıkarıp pişiren ve kemâle erdiren ateş neydi ya?!.